Yayınlanma Tarihi: 13 Eylül 2007Kategoriler: Forbes Yazıları

NTV Türk Mucit Yarışması Türkiye’de bu formatta yapılan ilk program olarak tarihe geçti. NTV, asıl adı American Inventor olan ABC’nin sahip olduğu formatı lisanslayarak, bu programı gerçekleştirdi. Yarışma, içeriği ve bunu düzenleyen TV kanalının piyasadaki imajının ne kadar yüksek olduğunu haklı çıkaracak şekilde, amacının ötesine taşmış ve ülkemize yenilikçilik (inovasyon) anlamında bir motivasyon kazandırmıştır. Jüri üyeleri olarak yarışma esnasında bazı yarışmacıları özellikle elemedik ve yarı finale çıkardık. Karar verirken bize sunulan ürünün daha önce yapılıp yapılmadığı da elbetteki önemliydi. Ama bazı gerçekleri de göz ardı edemezdik. Silopi’den bir lise son sınıf öğrencisi yarışmaya katılmıştı. Türkçe’yi bile zor konuşuyordu, çevresinde hiçbir zaman bilgisayar olmamış. Pilin içine bir mekanizma yapmış, sallayıp şarj ediyor ve bunu yaparken de kimseden yardım almamıştı. Oysa ki, ABD’de Radio Shack mağazalarından birine girdiğinizde, elle sarsılınca kendini şarj eden fener hemen gözünüze çarpar. Bu arkadaşı elemeye inanın benim gönlüm elvermedi. Böyle bir ürünün zaten var olduğunu bilmeden üzerinde düşünmüş ve keşfetmişti. ABD’deki yarışmada ise yarışmacılar tarafından daha ticari bir yaklaşım vardı ve doğal olarak jürinin sorduğu sorular da ticari açıdan anlam taşıyordu. Ama bizim karşımızda enerjinin sonsuzunu bulma eğiliminde olan, yaptığının para kazanmak amacıyla değil de “insanlığın hizmetinde” olduğunu ifade edenler çoğunluğu oluşturunca format da biraz “Turkish” oluverdi. Jüri olarak tabii ki ortak karar vermek durumundaydık ve bunda da çok ölçülü davrandığımızı düşünüyorum. Bunun yanında bazı ürünlerin finale çıkamamasına üzülmedim değil. Dikey Kebap Makinası başta olmak üzere, Termo Tuğla Makinası, Otomatik Çay Makinası, Yangın Söndürme Bombaları, Emniyet Kemeri Zayıflatma Cihazı, Döner Kahve Kapağı gibi ürünler de başarılıydı. Fransa’daki yarışmada “Kebap Makinası” birinci olmuştu. Ama Kebap’ın anavatanı Türkiye benzer bir ürünü birinci yapamadı. Onun yerine Türkiye gerçeğini yansıtan, soba zehirlenmesini engelleyen soba ve baca sistemlerini bolca gördük. Yarışmanın birincisi İskender Aruoba’nın “Ürünü” için oldukça eleştiri e-maili aldım. Enell Sustainable Business AB İcra Kurulu Başkanı Magnus Enell’in benzer sistemi 1984 yılında İsveç’te denediği ve bunun ders kitaplarına girdiği iddia edildi. Bu iddia’nın sahibi İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olan arkadaşımızı, Bay Enel ve İskender Aruoba’yı e-mail ortamında bir araya getirdim. Bay Enel ne yazık ki İskender bey’in savunmasına cevap vermedi. Bu durumda benim yapabileceğim birşey kalmadı. Yarışma öncesi programın orijinal adı olan “American Inventor”un finaline kalanlara baktığımızda aslında çok daha basit ve günlük hayatta kullanılacak ürünleri gördük. Örneğin: Çocuklara hecelemeyi, kelimeleri eğlenceli ve etkileşimli olarak öğreten oyun; Çıkarılabilir 2. koltuğuyla yeni stil bir bisiklet; Kum torbalarını çok daha hızlı doldurmaya yarayan bir çeşit kürek; Sandalye’ye takılan zayıflama ipi; Yeni bir tür tuvalet koltuk kapağı; ve hatta çoklu dil seçeneğine sahip oyuncak bir bebek bile finale kalmıştı. Janusz Liberkowski ise çocuğunu bir trafik kazasında kaybettiği ve çocuk koltuğu bu kazada yetersiz kaldığı için Spherical Safety Seat adında herhangi bir çarpışma esnasında dairesel hareketten kaynaklanan kuvveti emen bir Çocuk Koltuğu ile yarışmanın birincisi olmuştu. Türkiye’de yaşadığımız genel sorun, çok fazla emek, zaman ve para harcamadan birşeyler yaratmaya çalışıyor olmamızdır. Ben bu yarışma boyunca şahit olduğum olaylara bakarak ümitsizliğe kapılmıyorum. Ama araştırmadan, para harcamadan bu işler olmuyor. Sabah kalktığımızda birden aklımıza gelen veya rüyamızda gördüğümüz (!) fikirlerle ancak çok basit tasarımlar yapabiliriz veya önceden geliştirdiğimiz bir ürünü daha ileriye götürebiliriz. Tansiyon ilacı üzerinde çalışılırken Viagra bulunmuş ama bu ilacın rafa çıkıncaya kadar harcadığı para yaklaşık 600-700 Milyon USD olduğuna göre, tesadüflere de ümit bağlamamamız gerektiğini görüyoruz. Türkiye’de yeteri kadar buluş yapılamıyor. Son 11 yılda Türkiye’de 22 bin patent başvurusu yapılmış. Bu rakama Japonya 15 günde, Amerika ise 20 günde ulaşabiliyor. Ayrıca Türkiye’de her 100 patentten 96’sını yabancılar alıyor. Patent, “buluş sahibine, buluş konusu ürünü üretme, satma ve kullandırma konusunda belli bir süre ayrıcalık veren sistem” ise Türk Mucitlerin bu tanımdan nasiplenmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Alınan patentlerin de değerlendirilememesini ve hayata geçirilememesini inovasyon sürecinin uygulanamamasına ya da doğru uygulanamamasına bağlıyorum. Yani inovasyon yaparak buluşu hayata geçirip üretilebilirlik ve pazarlama değerlerinin sağlanması gerekiyor. Ben bu bilincin gelişme çağında başladığını düşünüyorum. Çocuklara gelişme çağlarından itibaren yaratıcılıklarını ortaya çıkarabilecekleri ortamlar sağlanmalıdır. Aileler bu konuda çocuklarına destek olmalılar. Türkiye’de ebeveynler ne yazık ki bu konuda bilinçli değiller. Çocuklara okullarda Da Vinci, Edison, Graham Bell, Hazerfan Ahmet Çelebi gibi mucitler ve yaptıkları buluşlar anlatılmalı, projeler desteklenmeli, en önemlisi Türkiye’de inovasyon bilinci oluşturulmalıdır.

Forbes Ağustos 2007

Bültene katılın.