Yayınlanma Tarihi: 27 Temmuz 2013Kategoriler: Haberler

Swisscom CEO’su Carsten Schloter’in intiharı için yabancı basından alıntı yapan yerli basının daha önce, Muhteşem Yüzyıl’ın Türkiye’ye uyum sağlayamadığı için çareyi Almanya’ya kaçmakta bulan oyuncusu Meryem Uzerli’den tecrübesi olduğu için rahatlıkla “Burn-out Syndrom/Tükenmişlik Sendromu” nedenine karar verdi. Farklı olmayı yeğleyen Habertürk, intihar nedeni için literatüre henüz girmemiş olan “Telekolizm” dedi.

Nörolog Dr. Mehmet Yavuz’un daha önce Akşam Gazetesi’ne verdiği röportaj’da da belirttiği gibi tükenmişlik sendromu’nda en çok karşılaşılan şikâyetler, unutkanlık, dikkat eksikliği, algılama eksikliği, öğrenme ve ezberleme zorlukları, beyinde ağırlık hissi, umursamazlık, tahammülsüzlük ve çabuk sinirlenme…

Tükenmişlik sendromunun ağırlıklı nedenleri ise:

  • Uzun süreli stres yaşanması,
  • Yoğun çalışma temposu,
  • Metropol şehirlerde sıkça karşılaşılan havasız, küçük ve dar ofisler,
  • Alkol alışkanlığı, uykusuzluk, depresyon ve anksiyete sorunları,
  • Hastalık sebebiyle kullanılan bazı ilaçlar,(kanser, epilepsi ve depresyon ilaçları gibi)
  • Vitamin eksikliği, (B12 folik asit, demir eksikliği ve troid hormonlarının yetersizliği)

Schloter’i yakından tanıyanlar ve iş arkadaşları ünlü yöneticinin yılda 5 bin kilometre pedal çevirecek kadar sportif, entelektüel ve çok karizmatik biri olarak tanımlıyorlar. Herkesin cevaplamakta daha doğrusu anlamakta zorlandığı konu ise bu kadar zeki ve başarılı bir patronun neden hayatına son verdiği.

Tükenmişlik sendromu’nun intihar ile sonlaması karmaşık nedenlere bağlı olmalıdır diye düşünüyorum. “Kişinin kendisine büyük hedefler koyup daha sonra istediklerini elde edemeyip hayal kırıklığına uğrayarak, yorulduğunu ve enerjisinin tükendiğini hissetmesi olarak açıklanan rahatsızlıkta kişi duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak tükendiğini hissediyor” deniyor ama ortada bir başarısızlık ve utanç yaşanacak bir durum yok. Bence sorun, iş yaşamında değil özel yaşamında aranmalıdır.

Schloter’in çocuklarını çok sevmesine rağmen zaman ayıramaması ve büyük bir olasılıkla, bunun eski eş ve çevre tarafından aşırı olarak eleştirilmesi, hatta ileri giderek çocuklarının da kendisine cephe alması tetikleyici faktör olabilir.

Tükenmişlik sendromu’na yakalanma olasılığı yüksek olan insanlardan bahsetmek gerekirse referans olarak Doç. Dr. Eyüp Sabri Ercan’ın “Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu” kitabını alacağım.

Özellikle DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) ve Öğrenme Güçlüğü yaşayanlar arasında işkolik’lik çok daha fazla ortaya çıkıyor. Bugünün işkolikleri kendiliğinden oluşmuyor. Erişkinlerde görülen DEHB, çocukluktan gelen bulgular (DSM-IV semptomu), erişkinlikte farklı görünümlere bürünüyor:

  1. Yerinde durmayan bir çocuk, işkolik bir erişkine,
  2. Sakin oturamayan bir çocuk, çok yoğun bir programa sahip bir erişkine,
  3. Eşyalarını kaybeden bir çocuk, zamanını kötü kullanan bir erişkine,
  4. Kolayca dikkati dağılan bir çocuk, plansız bir erişkine,
  5. Cevap yapıştıran bir çocuk, engellenmeye karşı düşük toleransı olan bir erişkine,
  6. Başkalarının sözünü kesen bir çocuk, ilişkileri sürdüremeyen, sık iş değiştiren bir erişkine dönüşebiliyor.

Aslında Schloter yukarıdaki bulguların birçoğuna mutlaka uyuyordur. O yıllarda bu tür bulgulara bir tanı oluşturulamadığı için, hem kendisinin bu özellikleri açığa çıkarılamamış, hem de bu özelliklerinin yaratacağı avantaj ve dezavantajlara göre yönlendirme de sağlanamamış olabilir.

Bugün gelişmiş ülkelerde bu konuda çok mesafe kaydedilmiş bile olsa, Türkiye’de sınırlı bir ilerleme olduğu kesin. Örneğin: Beceri, yetenek ve yaratıcılık gibi konular halâ birbirine çok karışıyor. Konferanslarımda da söylediğim gibi: Yetenek, içinde anlama ve yapabilme yeteneği, kabiliyet gibi doğuştan gelen güç ve kapasitenin olduğu, ama küçük yaşlarda geliştiriilen düşünce, davranış ve duygulardır.

Daha önce: https://www.alphanmanas.com/?p=2139 Sevgili Ahmet Bildiren’in “Üstün Yetenekli Çocuklar” kitabından bazı bölümleri sizlerle paylaşmıştım. Şimdi gene bir paylaşım yapacağım. Ama detaylı bilgi için kitabı almanızı öneriyorum.

Yetenek, aslında doğuştan gelmekle beraber, çevre faktörleriyle de gelişim gösteriyor. Ama en önemli sorun, ebeveylerin çocuklarının hangi tür yeteneğe sahip olduğunu ya çok geç anlamaları ya da hiç anlamamalarıdır.

Öncelikle yetenek türlerine bir göz atalım:

  1. Genel Zihinsel Yetenek: Kolay ve çabuk öğrenirler; genel bilgi birikimleri çoktur; girişimci, atak ve inatçıdırlar.
  2. Özel Akademik Yetenek: Matematik, Fizik veya Dil konusunda başarılı olurlar.
  3. Üstün Yaratıcılık Yeteneği: Yeni ve taze fikirler bulan bu biireyler, bir hedefe ulaşmak veya bir problemi çözmek için çok fazla yol yaratabilirler.
  4. Liderlik Alanında Üstün Yetenek: Zeka, mizah ve ileri görüşlülüğüyle sosyal durumlarla başa çıkmakta başarılıdırlar. Türkiyedeki liderlik anlayışı, bu tanıma çok uymaz.
  5. Psikomotor Alanda Üstün Yetenek: Bu bireyler iyi sporcu olurlar.
  6. Güzel Sanatlarda Üstün Yetenek: Drama, müzik veya sanat’ta başarılıdırlar.

Örneğin benim, güzel sanatlar konusunda sadece “drama” alanında yeteneğim olmasına karşın, müzik ve sanat konusunda ne yazık ki bir ışık görülmedi. Annem ilkokulda iken bana zorla Mandolin çaldırdı ama öğretmen “Oğlunuz gerçekten pırlanta gibi bir insan. Çok uyumlu. (Bomba geliyor) Fakat sınıfın düzenini bozuyor. Çok çaba göstermesine rağmen çalamıyor. Mümkünse bu derslere katılmasa olur mu?” diyerek beni kibarca dışlamıştı. İzmir’de nice piyanolar sonradan resim çerçevelerine ev sahipliği yapmıştır. Ama heyhat aileler inatlarını kırmadan çocuklarını zorlamaya devam ettiler ve ediyorlar.

Yöneticilik, farklı özellikleri içinde barındırıyor. İçinde zeka, mizah ve ileri görüşlülük barındırmayan bir yönetici lider olamadığı için başarılı olamıyor. Ama DEHB olan bir yöneticinin de başarılı olması gerçekten zor.

Schloter’in bu noktaya gelmeden durumunun çok daha önce tespit edilmesi gerekirdi. Yanında belki eşi yoktu ama çalışma arkadaşları veya arkadaşları, onun yakınmalarını fark edip önlem almasını sağlayabilirlerdi. Bir CEO’nun bir psikoloğunun olması bence kurumsal zorunluluk olmalı.

Son söz: “takma kafana”, “iş yaşamı ile özel yaşamı dengelemen lazım”, “bak etrafında ne güzellikler var, tadını çıkar”, “bak bana, bunları kafaya takıyor muyum?” gibi beylik laflara hasta oluyorum. Zannediliyor ki, bir kişi sabah uyandığında “eveeet bundan sonra kafayı hiçbir şeye takmayacağım. Hayatımı yaşayacağım.” gibi bir karar alıp uygulamaya koyulacak! Sonradan edinilen sigara içme alışkanlığından bile vazgeçmekte zorlanan bir insanın, genlerinde kodlu olan bir özellikten hemen vazgeçmesi nasıl beklenir ki?

Bilgi: Kendisinde DEHB olduğunu düşünenler: http://psychology-tools.com/adult-adhd-self-report-scale/ bağlanıp test yapabilirler.

Bültene katılın.