Yayınlanma Tarihi: 6 Ağustos 2012Kategoriler: Haberler

 

Dün attığım tweet’de Türkçe’de bir işe gereğinden önce girenlere “Erken Öten Horoz” dendiğini, bunun da İngilizce karşılığının “Pioneers have arrows on their back” olduğunu belirtmiştim. Fakat biz Türk’ler Amerikalıların mecazi anlamda kullandığını gerçek anlamda kullanmayı daha anlamlı bularak hareket ederiz. Fortune dergisinde sevgili Kerem Özdemir’in “Fujitsu’nun Zorlu Sınavı ve Türkiye” yazısını (yazı için tıklayınız) okuduğumda bunun ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım.

Babam Prof. Oğuz Manas bundan 33 yıl önce bu ülkeye süper bilgisayar kurmak istemişti. Keşke istmez olaydı. Çünkü dolar fakiri bir ülkede 1991 yılında 37 milyon USD bütçe yaratan babam, bir anda çıkar çevrelerinin hedefi haline geldi. Bu çıkar çevreleri bildiğiniz para-pul çıkar çevresi değil, siyasette benzerini yaşadığımız “mevkii çıkar çevresi”. Biri rektör olmak için çırpınan Prof. Refet Saygılı, diğerleri’de babamın mirasına bedavaya konmaya çalışan Prof. Aydın Öztürk ve Doç. Cudi Okur. Kerem Özdemir’in yazısında belirttiği gibi babam hakkında soruşturma açtırıp, 5 yılını aldılar. Tabii ki sonuçta birşey çıkmadı ama hem babam gibi bu ülkenin en önemli vizyonerlerinden birini küstürdüler, hem de bu ülkeye çok şey kaybettirdiler. Öncü olarak babamın sırtına ok sapladılar.

Elma Yayınevi’den sevgili Tuğba Yıldırım’ın nehir söyleşisi ile çıkan babamın “İlkleri Gerçekleştiren yenilikçi Profesör Oğuz Manas” kitabını gençlere hem tavsiye ediyorum, hem de bu konudaki bölümden alıntı yapıp sizlerle paylaşıyorum.

—————————————————————————————

Günün şartlarına göre üstün nitelikli bir bilgisayar merkezini kurdunuz, ardından TÜVAKA kuruldu ve amacına ulaştı. Sıra, süper bilgisayar hedefinize geldi. Süper bilgisayar projesi ne zaman başladı?

1989’da bunu kurma çabalarımız başlamıştı.

Projenin ön hazırlığını nasıl yaptınız?

Bu konuda yapılan kongre, seminer ve fuarlara katılmamın yanında, süper bilgisayarlar konusunda yayımlanan birçok dergiye abone oldum, gelişmeleri takip ettim. Avrupa’da ve özellikle Amerika’da süper bilgisayar kongreleri yapılıyordu. 1991 yılından başlayarak Avrupa’da düzenlenen European Supercomputing (SUPEUR) kongrelerinin düzenleme kurul üyeliğini yürüttüm. Ege Üniversitesi’nde süper bilgisayar projesini hazırladığım ve bu alanda yayınlar yaptığım için beni bu komitenin yürütme kurulu üyesi yaptılar. Yürütme kuruluna atandıktan sonra onların programlarına da katkıda bulunmaya başladım. Artık Türkiye için süper bilgisayar ortamı hazırdı. Avrupa ve Amerika, Türkiye’de bir süper bilgisayar ağının kurulacağını biliyordu. Çünkü ben toplantılara katılıyordum. Bu süreçteki çalışmalarımın sonuçlarını da bilgisayar dergilerinde yayımladım. 1990 yılında İstanbul’da Bilgisayar Dergisi tarafından düzenlenen 6. Bilgisayar Kongresi’nde “Süper Bilgisayarlar” başlıklı bir bildiri ile Türk kamuoyuna konuyu ilk kez tanıttım. Bir taraftan da yetkili kişi ve kurumlara raporlar sunarak ya da bizzat gidip anlatarak bu projenin gerçekleşmesi için çalıştım.

Kimlerin desteğine başvurdunuz?

Örneğin rahmetli Turgut Özal ile cumhurbaşkanıyken görüştük. Kuleli Askerî Lisesi’ndeki komutanım rahmetli Org. Kemal Yamak, o yıllarda Özal’ın yaveriydi. Onun aracılığıyla randevu alıp kendisine projemi tanıttım. Çok ilgi gösterdi. 15 dakika olarak planlanan buluşma, Özal’ın ilginç soruları ve verdiğim yanıtlar sonucunda bir saati aştı. Bu projeyi desteklediğini ve elinden geleni yapacağını söyledi. Bir diğer buluşmamız da ANAP iktidarı kaybedip Doğru Yol Partisi iktidara geldiğinde oldu. Başbakan, Süleyman Demirel’di ve Özal, projeyi Demirel’e aktarırsan inanıyorum ki o da bu projeyi destekleyecektir demişti. O günlerde İzmir Valisi olan Savunma Bakanı Vecdi Gönül aracılığıyla Başbakan Demirel’den İzmir’e geldiğinde randevu aldım. Demirel ilgiyle konuşmamı dinledi ve yanımızda bulunan, o dönem TBMM Bütçe Komisyonu Üyesi olan Rifat Serdaroğlu’na “Bu iş için seni görevlendiriyorum” dedi. Serdaroğlu, İzmir’de aynı apartmanda oturduğumuz ve çok yakından tanıdığım değerli bir arkadaştı. Meclis’te de tüm bütçe konuşmaları sırasında, partilerin İzmir milletvekilleriyle ayrı ayrı görüşerek projeyi anlattım ve hepsi de çok beğendiklerini, destekleyeceklerini açıkladılar. Belki de mecliste ilk kez bütün parti temsilcilerinin müşterek hazırladığı bir teklif ile 1992 mali yılı bütçesine o günkü kura göre çevrilerek 37 milyon dolar para kondu. Bütçeye para konarken 22 milyarının 1992 yılında harcanması, geri kalanının sari ihale olarak yapılması benimsendi.

Meclisteki görüşmelerinizde neyi öne çıkardınız?

Bu projeyi mecliste aktarırken hem ülkemize sağlayacağı yararları açıklamıştım hem de alacağımız iş istasyonlarının yeni bağımsızlığına kavuşan Türkî devletlerde kurulacak merkezlere konacağını, onların da bu olanaktan yararlanacaklarını vurgulamıştım. Bu ülkelerde, o devirde Rusya’da eğitim görmüş çok değerli bilim adamları vardı. Ancak ellerinde cihaz olmadığından bilgilerini uygulamaya koyamıyorlardı. Böylece hem onlar hem de bizim için süper bilgisayar projesinin büyük olanaklar sağlayacağını tekrarladım. Pek çok Ortadoğu ülkesi bazı projelerinde süper bilgisayar desteğini Avrupa’dan alıyordu. Bu ülkelerden kişilerle yaptığımız toplantılarda, bu projeyi gerçekleştirirsek tümüyle Türkiye’ye döneceklerini ve çok daha fazla projeyi uygulamaya koyacaklarını dile getirdiler. Mecliste de tüm bunları aktarıyordum. Örneğin, bütçe komisyonunda partilerle görüşürken onlara, Ortadoğu ülkelerinin hepsi de süper bilgisayar eğitimini ve desteğini bizden alacaklar diyordum. “Harika, biz destekliyoruz” diyorlardı. Özellikle İzmir milletvekillerine bunu anlatıyordum. MHP’lilerle görüşürken de Türkî devletlerin hepsinde süper bilgisayar kullanma bilgisine sahip kullanıcılar olduğunu, ama şu anda kullanamadıklarını, çünkü bilgisayarlarının bulunmadığını söylüyordum. Bu bağımsız devletlerin eğitimli teknik adamlarını kullanarak, bize bağlanmalarını sağlayabileceğimizden söz ediyordum ve projeyi destekliyorlardı. Sonuçta, dört yıllık bilgi birikimimi katıp altı arkadaşımın da desteğini alarak bir şartname hazırladık.

Bütün bunlara muhalefet eden oldu mu?

Bu fikre ilk karşı çıkan Maliye Bakanlığı’nın bazı yetkilileri oldu. Alınacak bilgisayar sistemi hakkında tüm bilgilere sahip olunmadan kesin olarak ihale yapılamayacağını bildirdiler. Ancak Maliye Bakanlığı içinde bu konuyu çok iyi anlayan bir kişi olan Doğan Cansızlar’ın desteği ve yaptığımız açıklamalar sonucunda fikrimizi kabul ettiler. Cansızlar’la daha sonra resmî kuruluşların muhasebelerinin bilgisayarlaştırılması konusunda da birlikte çalıştık. Ancak benim proje yöneticiliğinden ayrılmamdan sonra Ege Üniversitesi yetkilileriyle anlaşmak mümkün olmadı ve proje büyük bir sansasyonla, tümüyle değiştirildi, rayından çıkarıldı. Bu olayların ardından Devlet Planlama Teşkilatı süper bilgisayar ihalesinin 1993 yılı ve diğer dilimleri için aktarılan 18 milyon dolarlık kısmı kesip attı.

Siz neden proje yöneticiliğinden ayrıldınız?

Görevden ayrılmamı istiyorlardı, çünkü rektörlük seçimleri öncesi güç savaşları başlamıştı. Kendi ellerimle yarattığım ve büyüttüğüm merkez, Ege Üniversitesi’nin mali açıdan en güçlü yönüydü. Hükûmet tarafından tanınıyordu ve diğer üniversiteler için ise gıpta edilmekten kıskançlığa doğru hızla ilerleyen bir noktaya gidiyordu. O sıralarda YÖK’te yeni bir uygulama başladı. Dediler ki “Üniversiteleri dolaşacağız ve rektör adaylarının içerisinden altısını biz seçeceğiz.” İlk karar buydu. Üniversitelerden kişiler aday olmak istediklerini YÖK’e bildirdi. YÖK beş kişilik bir ekiple geldi, bu kişiler hakkında üniversitelerde inceleme yaptılar. Ege Üniversitesi’ne geldiklerinde ellerinde belki de 20 kişinin adı vardı. Bunlardan hangisini tanıyorsunuz, niçin destekliyorsunuz diye üniversitenin içerisinde, neredeyse yüzlerce öğretim üyesiyle kulis yapıyorlardı ve buna göre de bir liste hazırlayıp YÖK’e bildireceklerdi. Bir gün özel kalemim, gelen komisyonun benimle görüşmek istediğini söyledi. Ama ben aday değildim, aday olduğumu da bildirmemiştim. İstemiyordum, çünkü süper bilgisayarı kuracaktım. Kendi kendime dedim ki eğer ben rektör olursam diğer işler kalır, rektörlük işini benden yüz defa daha iyi yapacak arkadaşlar da var, ben yönetici olmak istemiyorum, proje yapmak istiyorum. O komisyon bana geldi. “Yüzlerce kişiyi dolaştık ve bu adaylardan hangisini, niçin destekliyorsunuz diye sorduk, ama bunlardan dörtte üçü hep sizin adınızı verdi” dediler. Ben de onlara rektör olmak istemeyişimle ilgili gerekçelerimi anlattım. “Vallahi, bu kadar yıldır böyle düşüneni ilk defa görüyoruz” dediler. Ben adaylığımı koyamayacağımı söyledim, ancak benim adaylığım her tarafta duyuldu. Rektör adayı olan Prof. Refet Saygılı seçilme ihtimali çok kuvvetliydi, ama benim aday olmam hâlinde ondan daha fazla puan alacağım anlaşılmıştı. Bunun üzerine Saygılı, Bilgisayar Mühendisliği içerisinde Prof. Aydın Öztürk’ü ve Doç. Cudi Okur’u ayarlayıp benim hakkımda soruşturma teklifinde bulunmalarını istemiş. Hele bir tanesine demiş ki “Bu teklifi sen ayarla, rektör seçilirsem seni rektör yardımcısı atayacağım.” Diğerine de “Seni Bilgisayar Mühendisliği’nin bölüm başkanı yapacağım” demiş. Ayrıca ikisinden birini de BAUM’un müdürü yapacağını vaat etmiş. Hakikaten, rektörlük seçimi yapılmadan önce benim hakkımda soruşturma açtırdılar ve bu, beş yıl sürdü. Sonunda beraat ettim tabii. Ama Saygılı rektör seçildi, Prof. Aydın Öztürk rektör yardımcısı oldu, Doç. Cudi Okur’da Bilgisayar Mühendisliği’nde bölüm başkanı oldu. Maalesef Türkiye’de bu tür şeyler oluyor. Ben beraat ettim, ama dediğim gibi süper bilgisayar projesi de sona erdi. Proje için para desteği çıktığı hâlde ihale yapılamadı.

Neden?

İki nedenle. Çünkü benim yerime merkezin müdürü olan arkadaş, Devlet Planlama Teşkilatı’na gidip “Projeyle ilgili görüşmeye geldim” demiş. Onlar da “Bu projeyi getiren ve onaylattıran Oğuz Hoca’ydı, niye kendisi gelmiyor da sizi gönderiyor?” diye sormuşlar. “Oğuz Hoca görevden alındı, ben geldim” deyince iptal ediyorlar süper bilgisayar projesini. Derken ikinci kişi, Hava Kuvvetleri Komutanı Halis Burhan Paşa’ya gitmiş ve “Hava Kuvvetleri’nin bir numaralı projesini mükemmel bir şekilde bitirdik ve şimdi de iki numaralı projesini almak istiyoruz” demiş. Halis Burhan Paşa, “Oğuz Manas nerede?” diye sormuş. Cevap aynı. Bunun üzerine Paşa, “Oğuz Hoca yoksa bu proje de yok benim için” demiş. Halis Burhan Paşa, emekli olup HAVELSAN’ın sorumluluğunu üzerine aldığında beni aradı ve ona görevden almaları bir yana, beni mahkemeye verdiklerini de anlattım. Niye? Hava Kuvvetleri’ne bu projeyi yaptığımız için. Halis Burhan Paşa, bana “Seninle ilgili iddialarda Hava Kuvvetleri’nin adı geçerse, mahkemeden yazı istiyorlarsa ben memnuniyetle cevap veririm” dedi. Nitekim ben mahkemeye çıktığımda mahkemeden Hava Kuvvetleri’ne yazı yazmalarını istedim. Hava Kuvvetleri Komutanı, mahkemeye bu projeyi nasıl bize verdiklerini anlattı. Hangi koşullarda, nasıl çalıştığını gösterdi. Ben beraat ederken o yazının da çok katkısı oldu. Halis Burhan Paşa’nın benim danışmanlığımı istemesinin birkaç nedeni vardı; benim kuruculuk vasfımı biliyordu ve bundan da önemlisi iki numaralı projeyi yapacaklardı, ben de bir numaralı projenin her şeyini biliyordum. Sonuçta, ben iki yıl süreyle HAVELSAN’da danışmanlık yaptım. Danışmanlık görevine, Ege Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra başladım.

Peki, biz süper bilgisayar projesini gerçekleştiremediğimiz için neler kaçırdık?

Türkiye neler kaybetti? Türkiye’de süper bilgisayarla ilgili bütün uygulamaların ana merkezi biz olacaktık. Bütün özel ve resmî kurumlarla üniversitelere de süper bilgisayar için terminal konacaktı. Türkî devletler o zaman bağımsızlığını kazanmıştı veya kazanıyordu, hem bu devletlerin hem de Ortadoğu’daki devletlerin bize bağlanmasını sağlayacaktık. Bunlar Avrupa’dan süper bilgisayar desteği alıyorlardı, bu projenin gerçekleşmesiyle bu desteği bizden alacaklardı. Gerçek bir süper bilgisayar enstitüsü kurulacaktı. Bu enstitünün en üst katını eğitime ayıracaktık. Bahsettiğim ülkelerden ve yurtiçinden gelecek olanlar, misafirhanede kalacaklar ve eğitim alacaklardı. Bütün bunları kaybettik. Düşünebiliyor musunuz? Ege Üniversitesi süper bilgisayarla ilgili uygulamanın merkezi olacaktı, özellikle tıp ve mühendislik alanlarında yapılacak olanlar fevkalade önemliydi ve bunları da kaybettik. Bu anlattıklarımın bir benzerini Bilişim Dergisi’nde “Türkiye Neler Kaybetti?” başlığıyla yayımlamıştım. Bu yazımı okuyan Convex’in Türkiye temsilcisi Kuğu Elektronik’in sahibi İbrahim Kocabaş da aynı dergide bir yazı yayımlattı ve şunları söyledi: “Prof. Dr. Oğuz Manas tarafından kaleme alınan yazıyı üzülerek okudum. Yazıda ifade edilen olayları yaşamış bir kişi olarak bazı eklemeler yapmak istiyorum. Ege Üniversitesi’nde yaşanan ve birçok kuruluşta yaşanmaya aday olan, iklim ve coğrafyanın genlerle nesilden nesle taşınan kronikleşmiş ‘ortak zeminde anlaşamama’ diye tanımlayabileceğimiz bu ortaçağ hastalığı nedeniyle, ne yazık ki Kazakistan’dan Azerbaycan’a kadar liderliğine soyunabileceğimiz Türk dünyası, teknolojik üstünlüğümüzle, politikalarında bizi destekleyecek Pakistan’dan Fas’a kadar bir İslam dünyası ve iyi komşuluk içinde ticari rekabet yapabileceğimiz Doğu Avrupa’nın genç ülkeleri, kısaca tüm dünya çok şey kaybetti.

Bültene katılın.