Yayınlanma Tarihi: 12 Mart 2013Kategoriler: Haberler


Yazıma nasıl bir başlık atmak konusunda oldukça düşündüğümü kabul etmem lazım. ADHD-EUROPE (www.adhdeurope.eu ), İstanbul Kültür Üniversitesi (www.iku.edu.tr ) ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite ve Özel Öğrenme Güçlüğü (DEHB) Derneği (www.hiperaktivite.org.tr )  işbirliği ile düzenlenen 4 günlük 2. Uluslararası Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Kongresi’nin son gününde konuşmacıydım. ADHD-EUROPE  20 Avrupa ülkesinden DEHB üzerine hizmet veren 30 derneğin katılımıyla 2009 yılında kurulmuş bir dernekler birliğidir. Ana teması “DEHB ile Yaşamak-Living with ADHD” olarak belirlenen kongreye yurtdışından sekiz ve ülkemizden 16 konuşmacı bilimsel katkılarını sundular.

Katıldığım oturum ise: DEHB ile Yaşamak  (Gerçek Yaşam Deneyimleri)’dı. Katılımcılar:

  1. Alphan Manas – İşadamı
  2. Özlem Özle – Bankacı
  3. Anıl A. Aksu – Öğrenci, Boğaziçi Üniversitesi
  4. Toygar Dündar – Foto muhabiri
  5. Burçak Güneş – Uluslararası şirket çalışanı

Oturum Başkanı: Doç. Dr. Bedriye Öncü’ydü. 

Daha önce’de DEHB’li birçok kişi ile karşılaşmıştım ama bu kez aslında hem konuşmacıları, hem de gerçek yaşam hikayelerini dinledikten sonra aslında DEHB ile yaşamanın çok da kolay olmadığını ve ailemin sayesinde birçok zorluğu farketmeden atlattığımı anladım. Hayatımın önemli bir dönemi “maymun iştahlı olma” teşhisleri ile geçti. Arkadaşlar, ortaklar vs vs. Babamın gerçek bir Fütürist olması ve erkeklerin babalarını rol-model olarak almaları benim hedeflerimi çok büyüttü. Tipik DEHB özellikleri olan “özgüven eksikliği” ve “yaptıklarına önem ve değer vermeme” benim CV’mi şişmanlattı. Özellikle üniversitelerde verdiğim konferanslarda CV’min tümünün okunmaması için yalvar-yakar olmaya başladım. 35 yaşından beri DEHB tanısı ile yaşayan bir insan olarak öncelikle özgüven eksikliği konusunu çözdüm. Bu konuda bana “Dunning-Kruger Etkisi” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Dunning-Kruger_etkisi)  oldukça yardımcı oldu. Gördüğüm şuydu ki, hem aşırı bilgili olmama rağmen mütavaziydim ve yaptıklarıma önem vermiyordum; Öte yandan bilgisiz olan insanlar kendilerini önemli hissettiriyorlardı. Bunda bir yanlış vardı. Ben de değişmeye karar verdim. Artık bazıları bana kızsa da bazı konularda mütevazi olmayı düşünmüyorum. 

Düşük-odak ve Yüksek-odak sorunlarını beraber yaşadım hep. Ama Yaratıcı olduğum hep söylendi. Yaratıcılık, olağan, günlük şeylerin özel olmasını, özel şeylerin de daha çok günlük hayata girip doğal şeyler olmasını sağlar. Aynı zamanda rutin olan işleri dahi risk alarak farklı yapma içgüdüsü yaratıcılığın işaretidir. Columbia ve Oxford’da eğitim alan Jonah Lehrer’in nöroloji araştırmalarına dayanarak yazdığı “Imagine” kitabında, Yaratıcılık için çok önemli birkaç bölüm var: Yaratıcılık doğuştan gelen bir yetenek değil. Yaratıcı olmaya yönelik zihinsel tıkanıklık boyutundan aydınlanış evresine geçiş arasında küçücük bir an var: Aslında bu an Arşimet’in banyoda ve Newton’un elma ağacının altında yaşadıklarına benzer bir aydınlanma anı. Gerçi artık teknoloji dünyasındaki aydınlanma anları, biraz daha bilgi gerektiriyor. Lehrer’in tanımı olan “ayırgaçların kalktığı an” nöronların birleşmesini engelleyen duvarlar; ve bu duvarlar önceden ezberlenmiş doğrular ve dogmalar. Sonuçta Yaratıcılık bu duvarları yıkma becerisi olarak tanımlanıyor Jonah Lehrer tarafından.

Bir yabancı gibi soruna bakabilme, eleştiri yeteneği, çıkmaza girmiş olmanın getirdiği ümitsizlik (Set Godin ve Dip: http://sethgodin.typepad.com/the_dip/) Yaratıcılık için önemli itici güç haline geliyor.

 Yaşadığımız zaman (Bill Gates 1955’de, Paul Allen 1953’de, Steve Balmer 1956’da, Steve Jobs 1955’de, Eric Schmidt 1955’de, Sun Microsystems kurucuları Bill Joy 1954, Scott McNeally 194, Vinod Khosla 1995’de doğdu. Hepsi de 1975 yılındaki bilgisayar çağının başlangıcında üniversite’yi bitiriyorlar veya ayrılıyorlardı), içinde yaşadığımız ülke ve şehir, ailemiz, aldığımız eğitim ve bilgiye ulaşma gücümüz (1983 yılında New York’a giderken bana fax’ın dünyanın geleceğini etkileyeceğini ve onunla ilgilenmem gerektiğini söyleyen babamın asistanı Faruk abi’ye “abi o iş tutmaz, herkesin alması lazım” diye kestirip atacak kadar bilgisizdim.) Yaratıcılık için gerekli diğer koşulların arasında yer alıyor.

DEHB ile Yaratıcılık arasında hep bir bağlantı yıllarca arandı. Ama söylentiden öteye gidemedi. Artık bu bağlantı bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. ABD’de Memphis Üniversitesi’nde detaylı yapılan araştırmada: http://proadhd.nl/White_Shah_ADHDCreativity_PAID.pdf DEHB olanların daha Yaratıcı oldukları ortaya çıktı. Yaratıcı olanlar 2 farklı eğilimde oluyorlar: Farklı Düşünmek ve Çoklu Opsiyonları Hızlıca Azaltmak. Biraz daha ileri giderek Şizofren ve Bipolar’ların DEHB’lerden daha fazla Yaratıcı olabildikleri de başka bir bulgu.

 “Odaksız Yaratıcılık” DEHB’lerin ortak sorunu. Ben bunu sürekli yaşıyorum. Durmadan fikir ve çözüm üretmek hem yorucu hem de odaklanma sorunu yaratıyor. Daha önceki tecrübelerim şimdi “İş Modeli” yaratma konusunda bana yardımcı oluyor. Çoklu opsionları hızlıca azaltıyorum ama her defasında doğru kararı verme şansım yok. Konferanslarımda kendime ait gelecek tasarımlarımı da sergiliyorum. Bugüne kadar bir çok kez “Yuh artık, bunu da düşünüp niye birşeyler yapmadım” dediğim Yaratıcı çözüm ve buluşum oldu. Ama aşağıda açıklayacağım konu artık beni duvarlardan duvarlara çarptı.

2004 yılı Kasım ayında yapılan MediaCat konferansında “Geleceğin Bilboard”larını anlattım (Slayt Üstte). İleriki yıllarda sürekli takacağımız gözlüklerle sokak bilboardlarına baktığımızda önümüze birkaç opsiyon çıkacaktı:

  1. Eğer reklam görmek istemiyorsak, reklamın yerine doğa resmi görmek için olarak “Reklamverenler Derneği”ne aylık bir bedel ödeyeceğiz.
  2. Veya kadınlar başka erkekler başka (ilgi alanlarına göre) reklam görecekler.

 Bunun olabilmesi için aynı ekran üzerine 2 görüntü yüklenmesi lazım ve taktığımız gözlüğün bunu ayırması gerekiyor. Ben bunu 2004 yılında anlattığımda tabii ki bakışlar hafif gülümseme şeklindeydi.

Sony bahsettiğim patent için 14 Haziran 2009’da başvurusunu yapmış 15 Temmuz 2010’da da patenti almıştır: http://www.freepatentsonline.com/20100177174.pdf

Özetlersek: Öncelikle “Sıkılmış Portakalın Davası Olmaz.” Ama diğer yandan eğer ABD’de yaşamış olsaydım, bu patenti çoktan alacağımı biliyorum. 

Bu ülkeden gideceğimiz yok. İnovasyon deyince paso akla ben gelebilirim, ama neye yarar? 2023 hedefi derken Tahta Araba gibi abuk-sabuk “İnovasyon”lara kredi veriyoruz: http://www.izlesene.com/video/laz-rover-gorucuye-cikti/6860635   

Manyetik Levitasyon’lu Tren yapacağız diye Karadeniz Teknik Üniversitesi Trabzon’da deneme için alınmadık oyuncak tren bırakmıyor: http://gundem.milliyet.com.tr/universite-deneyi-kentte-oyuncak-tren-birakmadi/gundem/gundemdetay/12.10.2011/1449867/default.htm

Halbuki zaten ABD’de 7 yaşındaki “Ben” (ailesi satın almış herhalde) bile “Bilim Projesi” için bu ünitelerden birini kit olarak satın almış (Magnet Levitation & Train Kit): http://www.magnet4less.com/product_info.php?cPath=24_129&products_id=758 Yahu abiler bir Ben kadar olamadınız. Keşke Ben’i arasaydınız da oyuncak trenleri çocuklara bıraksaydınız. Şimdi söyleyin lütfen: Biz bu kafa ile mi 2023 hedefleri yakalayacağız?

Bültene katılın.