Yayınlanma Tarihi: 5 Ocak 2012Kategoriler: Haberler

İş yaşamında ilişkilerin (network) önemini aslında yıllar geçtikten sonra daha iyi anlıyoruz. Elbette yıllar geçtikçe, şirketler kurumsallığa geçişte de önemli bir yol katettiler. Kurumsallaşma ilişkilerin önemini azaltmakla beraber, network kapıdan içeriye girişte hala çok önemli etken. İş yaşamına başladığınızda ilişkileriniz yoksa, bunu belki de ortaklarınız veya dışarıdan destek sayesinde sağlamış olabiliyorsunuz. Bu arada “Onu tanırım, bunu tanırım” yaklaşımının da bir network olmadığını söylemekte yarar var. Çünkü sizin karşınızdakini tanımanızın bir önemi yoktur. Karşınızdakinin sizi nasıl tanıdığı çok önemlidir. Her hükümet döneminde farklı “ilişki kolaylatıcıları” ortaya çıkarlar. Bu kişiler aslında o hükümete yakın bazı kişilerin yakınları, hatta Başbakan’ın komşuları-hemşerileri, parti kurucularının akrabaları, eski milletvekili veya bürokratlar vb’dır. Onların amacı aslında daha önce yarattıkları network’ları kullandırarak kazanç sağlamaktır. Ama gelin görün ki durum öyle görüldüğü gibi kolay değildir. Çünkü ister devlet, isterse de özel sektörde bu tür yaklaşımlarda en önemli olan, ilişkiye (ister maddi çıkar karşılığı, isterse de dostluk için) aracılık eden kişinin karşı taraf tarafından algısıdır. Eğer algıda sorun varsa durum kolaylaşmaktan ziyade zorluğa dönecektir.

İş yaşamımda yer alan bazı kişilerin bende diğerlerine nazaran değeri daha yüksektir. Bu da zamanla ve kendileri sayesinde oluşmuştur. Örneğin değerli olarak gördüğüm bu kişlerden gelen istekleri kırmam mümkün değildir. Tabii ki bu bir iş konusu ise, gerisi benim kararlarım ile şekillenecektir. Ama başlangıç dediğim şekilde olacaktır.

Hayatımıza LinkedIn girmeden yıllarca önce Microsoft Outlook’da kendi LinkedIn’imi yaratmıştım. “Notes” bölümüne kişilerle tanıştığım tarihi, yeri, hangi konuların ortak noktamız olduğunu (Kategoriler yaratarak), kendisinin yakınen tanıdığı önemli kişileri, ortak olan arkadaşlarımızı kaydediyorum. Herneyse  LinkedIn aslında yukarıda söylediklerimi daha kurumsal hale getirmiş durumda. Ama bugün Türkiye’de geldiği noktada kullanımında çok önemli hatalar var. Hatayı LinkedIn değil, kullanıcılar yapıyorlar. Örneğin LinkedIn’den bana günde en az 10 tane davet geliyor. Bunları değerlendirme kriterim çok net: “O kişi ile yüzyüze tanışmış ve o kişi hakkında bir fikre sahip olmam” şart. Dolayısıyla bunun dışındaki davetleri ne yazık ki kabul edemiyorum. Onlarla Facebook aracılığıyla bağlantıda kalmayı tercih ediyorum. Şu anda blogumda “Kindle & iPad E-Kitap Önerisi” bölümünde yer alan Malcom Gladwell’in Outliers kitabı yer alıyor: http://www.amazon.com/Outliers-Story-Success-Malcolm-Gladwell Bu kitaptan önceki önerim ise gene aynı yazarın The Tipping Point: How Little Things Make a Big Difference kitabıydı. Bu kitapta yazar, “Dunbar’ın Numarası” kavramından bahsediyor. Robin Dunbar önemli bir antropologdur ve yaptığı araştırmalardan sonra bir insanın en fazla 150 kişiyle sosyal ilişkilerini verimli olarak yürütebileceğini ileri sürmüştür: http://en.wikipedia.org/wiki/Robin_Dunbar Gladwell, buna bir eklemede bulunmuş ve bir fikri yaymanız için ihtiyacınız olan kişi sayısı 150′dir demiş. Daha da ilginci 150 kişiyi geçtikten sonra bir fikrin yayılmasının daha zor olduğunu eklemiş. Ben buna katılmıyorum ama, “bir bildiği vardır” demekten de geçemiyorum. Blogumda haber çıktığında ilk gün okuyan kişi sayısı 1,000’i geçmeye başladı. Bu büyük bir rakam değil ama başka istatistiklere göre de iyi bir rakam. Bloomberg’de yayınlanan Dragons’ Den programı %2’lik bir nüfusa hitap ederken, Seda Sayan’ın programı ise %65’lik bir nüfusa hitap ediyor. Ben yazımın içeriğini değiştirip, güncel konulara yönelsem okur kitlemi ve Twitter takipçi sayımı arttırırım. Ama bunun bana ne kadar yarar sağlayacağı soru işareti olur. Çünkü sonuçta ben bir iş insanıyım. Asıl işim yazarlık değil. Her yazımda belirli mesajlar vermek istiyorum.

Siyasete genelde uzak duruyorum. Peki takip mi etmiyorum? Tabii ki hayır. Orta Doğu’yu iyi bilirim mesela. Zaten bu konuda “Hepimiz Filistinliyiz” yazımda da buna değinmiştim: https://www.alphanmanas.com/?p=835 Filistin ile akrabalık ilişkimin olması (büyük eniştem Mounzir Dajani hem FKÖ zamanı Yaser Arafat’ın sliah arkadaşıydı hem de şu anda Filistin’in Mısır Büyükelçisi) ilgimi doğal olarak arttırıyor. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’nun uluslararası tecrübesine güveniyorum (Stratejik Derinlik kitabını tavsiye ederim). Ama gözardı edilmemesi gereken bir durum var: Ne kadar iyi giderseniz gidin, küçük bir strateji hatası hem siyaseten hem de ülkenin geleceği açısından tehlikeler yaratabiliyor. Zaman gazetesinden Şahin Alpay’ın bugünkü köşe yazısında belirttiği gibi “Blair Sendromu” yaşanabilecek en büyük tehlikedir: http://www.zaman.com.tr/yazar Alın size tipik bir DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) vakası: LinkedIn ile başladım, Dış Siyaset ile bitirdim.

Bültene katılın.