Yayınlanma Tarihi: 12 Şubat 2012Kategoriler: Haberler

Bu hafta vizyona 2 tane casus-luk filmi girdi: Tinker Tailor Soldier Spy (Köstebek) ve Safe House (Düşmanı Korurken). Jack & Jill filmi önceliğimdeydi. IMDB reyting’inden 3.0/10 almış, kimin umurunda. Al Pacino’nun 2 sahnesi yeter.  Muhtemel olarak özellikle Köstebek filminde bolca komplo vardır. İşin içinde “komplo/conspiracy” olunca (Türkçesi “komplo” olunca çok farklı anlamlara çekilebiliyor. O yüzden İngilizce olarak da yazdım) çok seviyorum. Ama bir o kadar da “komplo teorilerine” inanmayan bir insanım. Bu kadar karmaşık planların ancak filmlerde olduğuna inanıyorum. Bizler, işin kolayına kaçıp, olayların arkasındaki basitliği kavramaya çalışmak yerine, olmayan araştırma ve bilgi edinme ruhumuzu da yerlere serip, inanılmaz hikayeler yazıyoruz. Onlara da sonra kendimiz inanıyoruz.

1984 yılıydı. New York’ta eğitim seferberliğim sürerken, oda arkadaşım sevgili Ahmet Gürler, bana gösterdiği yakınlığı bir başka arkadaşına da göstererek Bedri diye bir başka İzmirli arkadaşının da New York’a gelmesine vesile oldu. Bedri ile aynı evi paylaşmamız zorlu geçen günlerimizin neşeye boğulmasına yol açtı. Kendisi Amerikayı fazlaca içselleştirmişti ki (gözünde fazlasıyla büyüterek), bunu fırsat bilip Ahmet ile ona şakayı bastık: O gün Ahmet’in yaşgünüydü ve şirketten arkadaşları kendisine bir adet video oynatıcı almışlardı. Ben eve gelen videoyu gizlice TV’nin altına bir yere koydum. Bir tane de video filmi aldık, yerleştirip Bedri’nin benzin istasyonundan dönmesini bekledik. O yıllarda ABD’de okuyan her Türk evladının yolu benzin istasyonundan geçtiği için Bedri’de bir Türk’e ait benzin istasyonunda mecburi hizmetini tamamlıyordu. Herneyse, Bedri gene yaşadığı olayları bire-bin-katarak anlatırken, Ahmet onu TV’nin karşısına oturttu. Ben Bedri’ye “bak Bedri Amerika’da TV seyrederken, diyelim çok güzel bir diyaloğu kaçırırsan, TV kanalına telefon edip rica ediyorsun ve onlar senin için o sahneye kadar filmi geri sarıyorlar” dedim. Bedri, sanırım bu içselleşmede tepe noktayı hazmedemedi ve bize “yok artık çocuklar, abardınız” gibi o yıllara ait jargonla birşeyler mırıldandı. Ahmet hemen yerinden kalkıp HBO’yu (o yıllardaki en önemli TV kanallarından biriydi. Daimi film yayınlardı) aradı ve filmi 2 dakika geri sarmalarını rica etti. Ben de gizlice elimdeki uzaktan kumanda ile filmi geri sardım. Bedri çıldırmıştı. İnanamıyordu. HBO resmen biz rica ettik diye filmi geri sarıyordu!!!; biz Bedri’ye sarıyorduk da bizim kafa niye acaba yarattığımız inanılmaz çözüme sarmıyordu? Şaka inanılmazdı ama buluş daha da inanılmazdı. Ama konumuz Bedri olduğu için olayın özünü kaçırmıştık: aynen reklamdaki gibi: http://www.youtube.com/watch 1984 yılında şaka yapayım derken aslında DVR (Dijital Video Kaydedici) fikrini ortaya atmıştım. “Multi-channel design to allow simultaneous independent recording and playback”, yani “aynı anda paralel kayıt-oynatma” patenti 1985 yılında HP mühendisi David Rafner tarafından 4,972,396 patent numarasıyla alındı. İlk ürün ise ReplayTV tarafından 1999 yılındaki CES’da (Las Vegas Tüketici Elektroniği Fuarı) tanıtıldı. Bunlar ABD’de yaşanırken, Türkiye’de yaşayanlar ise kendi geleceğini yaratmaktan uzak, bilgi ve özgüven olmadan yaşamını sürdürüyordu.

Mehmet Ali Birand’ın 31 Ocak 2012 Posta gazetesinde çıkan yazısında şunu vurgulamış: Ne pahasına olursa olsun yıkıcı muhalefet tek hammaddemizdi. Hikmet-i vücudumuz eleştiri ve muhalefetti. Vur abalıya gitmekti. Uluslararası gazetecilik kurallarının ötesinde hoyrat bir tutumumuz vardı. Tabii bu arada iktidardakilerin de hiçbir zaman dik duruşlarıyla karşılaşmadık. Onlar da askerden korktukları gibi, bizden de korktular. İktidarlar çekindikçe, biz daha bir böbürlendik. Bugünlere işte böyle geldik. Şimdi ektiklerimizi biçiyoruz. AK Parti adeta eski iktidarların intikamını alıyor. Bunu yaparken de işin ucunu kaçırıyor: http://www.posta.com.tr/siyaset/HaberDetay

Hürriyet Pazar Gazetesi 12 Şubat 2012 (bugün) deki söyleşisinde ise  Mehmet Ali Birand bu kez: “Şimdi laikliğin yeniden tasarlandığı, daha muhafazakar, din konusunun hayatımıza daha fazla girdiği ama tabuların yıkıldığı bir Türkiye var.” diyor: http://www.hurriyet.com.tr/pazar/

Türkiye’nin içinde olduğu son durumu ve yakın geçmişi Mehmet Ali Birand özetlemiş durumda. İşte bu önemli geçiş dönemini yaşayan Türkiye’de siyasi irade aynı zamanda önemli 2023 hedefleri koydu. Bu hedefleri yakalamak için herkesin ödün vermesi gerekiyor.  Yukarıdaki hikayede adı geçen arkadaşımız Bedri Amerikayı (ABD) gözünde çok büyütmüştü. Benim için de durum o yıllarda aynıydı. Bilgi ve özgüven eksikliği bunun temel nedeniydi. SSCB (eski Rusya), çökmeden önce de, ABD’nin gözünde bir devdi. Hatta 12 Eylül’e de taa oralardan gelindi. Şimdi durum değişti. Kartlar açılınca herkesin gücü ortaya çıktı. Böyle olunca Türkiye tarafında özgüven artmaya başladı. Ama MİT soruşturması’nda olduğu gibi gene ben-sen-o-biz-siz-onlar gazeteleri ve köşe yazarları ön yargılar veya sabit görüşlerin de yansıdığı tespitlerini yaparken sürüyle komplo teorisi ortaya atmaktan geri durmadılar. Halbuki berrak düşünseler bu konuda çok yaratıcı olmaya çaba sarfetmemeleri gerektiğini rahatlıkla anlayacaklar.

Şu anda Türkiyede iyi bir liderlik ile motivasyon da artıyor. Ama bundan sonra oyun zorlaşıyor. Bu zorlaşan oyunda her kesimden katkı gerekiyor. Bunun oluşabilmesi için artık suların durulması gerekiyor. Bunun yanında, Komplo Teorileri 101 numaralı ders artık dünyada okutulmuyor hem de Korkunun ne ecele ne de başarıya faydası var!

Bültene katılın.