Yayınlanma Tarihi: 24 Kasım 2004Kategoriler: Thema Yazıları

Teknoloji Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Alphan Manas, aynı zamanda Dünya Fütüristler Birliği Türkiye Başkanı. Bu özelliği ile Türkiye’nin dünya çapındaki ilk ve tek Fütüristi.

Onun yaşamı bizimkilere pek benzemiyor. Hayata, insana,topluma, ekonomiye, iş dünyasına, bugüne ve geleceğe farklı gözlerle bakıyor. Bugünle ilgili her gözlemini, gelecek için bir ipucu alarak değerlendiriyor. Metroyla seyahat ederek, süpermarketleri dolaşarak, farklı kültürlerin arasına girerek hayatı kokluyor. Çok seyahat ediyor, hayatın önemli bir bölümünü uçaklarda geçiriyor. Manas, bir restoranda yemek yerken bile, çevredeki insanlarla ilgili kişilik analizlerini teker teker önünüze dökebilir, ya da bir anda cebinden çıkardığı kayıt cihazına, fark etmediğiniz bir ayrıntıda yakaladığı bir iş fikrini fısıldayabilir.

Bu fikirlerin çoğu, Teknoloji Holding’in AR-GE ekibinin gerçekleştirdiği çalışmalarla projeye dönüşüyor. Yanlızca kendisinin değil, şirket çalışanlarının, üniversite öğrencilerinin ya da bambaşka alanlardan insanların dahil olduğu network, adeta bir fikir fabrikası. Amaç, mümkün olduğunca çok fikri, Türkiye’nin katma değer yaratacak yeni işlere dönüştürmek.

Manas, bugünlerde aynı zamanda Dünya fütüristler Birliği’nin Türkiye uzantısı olacak olan Türkiye Fütüristler Derneği’ni (TFD) açmak için çalışıyor. Türkiye’nin alanındaki en güçlü isimlerinden oluşan bir örgüt, geleceği çizecek, bu gelecekten Türkiye adına yol haritaları çıkaracak.

Bizim birkaç satırda anlatmaya çalıştığımız tüm bu parçalar, Manas’nın hayatında teknolojik bir sistemle yerleşik durumda. Kendisi için 3 dakikanın bile önemli olduğunu, başka türlü yaşayaşayamayacağını söylüyor. Deyim yerindeyse,”gelecekte yaşayan” Manas’la, 2023’deki Türkiyeyi ve dünyayı konuştuk.

TH: 2023’ün dünyasına ve Türkiye’ye baktığınızda nasıl bir resim çiziyorsunuz?

Bugünden baktığımızda-ne yazık ki hala- Türkiye’nin gelecekteki jeopolitik öneminden söz ediyoruz. Dünya değişiyor, 2023’de durum çok farlı olacak. Amerika’nın Irak’a taşınmasıyla birlikte, İran’da rejim değişikliği olması ya da olmaması jeopolitik politikaları önemli ölçüde etkileyecektir. Amerika AB’nin genişlemesini engellemek istiyor. Genişlemeye sıcak bakıyormuş gibi gözükse de amacı farklı. Çünkü bugünkü yapısıyla 2023’de dünya Gayri Safi Milli Hasılası(GSMH) üzerinde istediği paya ulaşamayacak. 2023 yılına kadar AB’ye 30 milyon göç gerekiyor.

Bugün AB, Dünya GSMH’sinin yüzde 22’sini alırken, 2023’de bu oran yüzde 16’lara düşecek. Yine aynı dönemde, AB yıllık büyüme hızı yüzde 1.2-1.4 olurken Çin ve ABD yüzde 2’nin üstünde büyüyecek. Amerika bugün dünya GSMH’sinin yüzde 25’lik bölümünü kontrol ediyor. AB ise aynı güce yeni üye ülkelerle ulaşabilir. Sonuç olarak AB Türkiye de dahil olmak üzere çevredeki ülkeleri içine alarak genişleyecektir. Ve tabiki Rusya’yı bir engel olraak gördüğü için de önündeki perde ülkeleri de hedefleyecektir. Amerika da doğal olarak boş durmayacak, AB’yi engellemek için plan yapacaktır. Böyle bir ortamda yaşayan, tabiri caizse depremin göbeğinde yer alan bir ülke olarak, 2023’de bir depremle sarsılacağız. O zaman jeopolitik olarak hiçbir önemimiz kalmayacak. Evet, şu an bu öneme sahibiz. Ancak gerektiği şekilde kullanamadığımız, hatalar yaptığımız bu güç, silah olarak bize geri dönüyor.

TH: Konuya bir de ekonomik açıdan bakarsak?

Entellektüel sermaye, bugün olduğu gibi gelecekte de ülkelerin ve teknolojilerinin gelişmesinde belirgin rol oynayacak. Kotaların kalkmasıyla birlikte Çin’in AB’ye ihracatının yüzde 300-500 oranında arttığını görüyoruz. Amerika’daki Çin mallarının payı 2001’de yüzde 10 iken bugün yüzde 70’e çıkmış. Demek ki Çin’de çok önemli ve aynı zamanda tehlikeli bir gelişme var. Amerika bunu çok iyi gördüğü için entellektüel sermayesini kontrol altına alıp Çin’i bir fabrika olarak kullanmayı düşünüyor. Çin de bu konuda akılcı davranıyor, kendi patent, AR-GE vb. faaliyetlerine önem veriyor. Amerika entellektüel sermayeyi dünya çapında koruma altına almak konusunda da kendini sorumlu hissediyor. Elinde kalan tek güç bu.

Bir örnek vereyim 1980’li yıllarda Amerika’da okulu bitirdikten sonra Tennessee’de Levi’s fabrikasında kısa bir süre çalıştım. 3.000 kişinin yaşadığı bir yerde, 1.300 kişinin çalıştığı bir fabrikaydı, tüm kasaba orda çalışıyordu. Ve bu fabrika kapanınca doğal olarak tüm kasaba işsiz kaldı. Amerika bu gerçeği değiştiremiyor,engelleyemiyor. Mal nerede ucuz ise orada yaptırmak zorunda ki tüketimi sürdürebilsin. Bu Türkiye içinde geçerli. Bazı sektörlerde çıkış mutlaka başalayacaktır. 10 yıl içinde otomotiv üretimi konusunda Türkiye cazibe merkezi olmaktan çıkıyor.

Örneğin Tekstil bugün artık çıkılacak bir sektör haline geldi. Markalaşma gerçekten konuşulan bir kavram ama geç kaldık. Biz nasıl markalaşıyoruz? Normal isimleri İtalyancaya çeviriyoruz. Adımızın soyadımızın baş harflerini koyup ekliyoruz. İtalya’yı taklit ediyoruz. Aslında taklit etmek kötü birşey değil. Ama eğer taklit ediyorsak bunu Tayvan gibi yapmamız gerekiyor. 25 milyar dolarlık ekipman yatırımı olan teksilde kurtuluşu, fabrikaları doğu ülkelerine taşımak. Bugün Amerikalılar bazı AR-GE çalışmalarını bile Singapur, Tayvan, Güney Kore gibi ülkelerde gerçekleştiriyor.

GENÇLERİN YENİ FİKİRLERİNE AÇIÄžIZ, PATENTLERİNİ ALIP ÜRÜN HALİNE GETİRECEÄžİZ.”

”Türkiye’de kurulan üniversitelere baktığımızda ne yazık ki gelecekle ilgili çok fazla plan yapılmadan açıldıklarını görüyoruz. Üniversite-sanayi işbirliği de istediğimiz ölçüde değil. Teknokentler vb. iyi niyetle yapılan çalışmalardır, ancak devletin bu işi yapabileceği noktalar ve kaynak sınırlı. 2. yüksek teknoloji enstitüsü açıldı, bu enstitülerin amacı lisansüstü öğrenci yetiştirmekti. Fakat açılma amacından sapıldı, lisans öğrencisi de alınmaya başlandı. Devletin girişimciliği destekleyebileceği nokta sınırlıdır. Özel sektörün ise sınırsızdır.Bu noktada Teknoloji Holding olarak bizim de yeni  bir çalışma yapacağımızın altını çizmek istiyorum. Bu çalışmada projesi olan arkadaşlar öncelikle internet üzerinden bizimle projelerini paylaşacaklar. Gerekirse biz de AR-GE yatırımına katkıda bulunacağız. Alınmış patent yoksa yeni bir patent paylaşımı anlaşmasıyla onlarla birlikte fikirlerini gerçeğe dönüştürüp ürün haline getirecek, pazarlama yoluna gideceğiz”

TH: O halde 2023 ten bugüne baktığımızda, Türkiye ekonomisinin en önemli gündem konusu sizce ne olmalı??

Yabancı sermayeye kesinlikle karşı değilim, ancak artık ‘Türk sermayesinin oluşması’ gerekiyor. Nasıl oluşabilir? 2023’de dünyada büyük şirketlerin çoğu birleşiyor ancak. Bu süreç başladı. Amerika’da çok büyük Telekom Operatörleri birleşiyor, dünyada da aynı gelişme yaşanıyor olacak. İşte bu noktada önemli olan, uzun dönemde hangi sektörlerin öne çıkacağını, hangi sektörlerde birleşmeler olacağını görebilmek. Bunun yanında Türkiye’de daha az yatırımla ve doğal kaynaklara bağlı olmayan bir alt yapıyla bir şeyler üretmemiz gerekiyor. Bakın bugün petrol fiyatı 1 dolar arttığında bize ekonomik yükü 200-250 milyon dolar oluyor. Geçen yılki bütçe açığımızın 2 milyar dolarlık kısmı dünyada beklenemeyen gider artışlarından kaynaklandı. 2 milyar dolar başka bir ülke için önemli. Bir örnek vereyim. Filipinler’de bir girişimci de manyetik alan üzerinde hareket eden bir araba için patent aldı. Biz de benzer şekilde ilginç fikirler üretebilir ve patentler alabiliriz.

TH: Bu noktada teknolojiyi nasıl konumladırıyorsunuz?

Bu soruya yanıt vermeden önce, teknoloji denildiğinde yanlızca bilgi iletişm teknolojilerinin anlaşılmaması gerektiğini ifade etmek isterim. Akla gelebilecek her sektörün, her iş alanının içinde teknoloji var. Bu açıdan bakarsak, her an yaşanabilecek gelişmelerle, teknolojinin yakın ve uzak geleceği tamamen değiştirebileceği bir noktadayız. Örneğin, son yıllarda yapılan çalışmalarla, kömürden sıvı yakıt elde edilmeye çalışılıyor. Biri birgün çıkıp’ Ben yaptım arkadaşlar’ diyebilir. O zaman da kömür çok değereli hale gelir. Hidrojen şuan ki enerji kaynaklarından farklı bir şekilde elde edilebilirse bu iş dünyada patlar. Cep telefonu örneğindeki gibi her şeyi değiştirir.

Öte yandan yakıt pillerinden ve elektrikli arabalardan söz ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde Kanada’da bulunan, dünyanın en önemli yakıt pili üreticilerinden biri olan bir firmayı gezdim. Bu firmanın %12’sine GM ortak. Diğer üreticilerin ortakları ise Daimler Chrysler ve Ford. Bu grupların aynı zaman da kendi içlerinde yakıt pili ile ilgili AR-GE çalışmaları var. Amerika’da özellikle otomotiv endüstrisindeki grupların hem teknolojiyi yakından takip ettiğini, hem de teknoloji ile önlerine çıkabilecek şirketleri satın alarak bir anlamda engellediklerini görüyoruz. Daha doğrusu trendi de kendileri belirlemek istiyorlar.

İNSANLARI GÖZLEMLEYEREK BESLENİYORUM”

TH:Bir Fütürist olarak nasıl yaşıyor, nasıl besleniyorsunuz??

Benim herşeyim gözlemlemeye dayalıdır. Kitaplardan öğrendiğim konular çok sınırlıdır. Gelecek ile ilgili bazı yorumların yapılabilmesi için hayatın içinde olmanız gerekiyor. Fikir üreten ve köşe yazarlarını çok fazla okumam. Etki altında kalmayı sevmem. Her gittiğim ülkede süpermarketleri gezerim, araba kiralayarak dolaşmayı severim. İstanbul’da metro ile seyahat etmekten hoşlanıyorum. Çünkü insanları orada gözlemleme şansına sahip oluyorum. İnsanları metroda kitap okuma, mp3 ve ya CD müzik dinleme vs. oranlarına bakarım. Cebimde sürekli bir kayıt cihazı vardır. Yurtdışından günde ortalama 20-30 makale geliyor. Her konuda özet rapor hazırlayacak yapıya doğru dönmeye başladım. Çünkü teknolojide bir şeyi tasarlamak ve uygulamak için o günkü konjonktürü hem ülke hem de dünya çapında çok iyi anlamak gerekiyor. Bunun yanında yeni çıkan tüm teknolojik ürünleri alıyoru, deniyorum, kullanıyorum.

TH: Peki ya ev yaşamınız nasıl??

Evimde teknolojiyi maksimum ölçüde kullanıyorum .Eve kablosuz, kartlı bir giriş-çıkış sistemi yaptırdım. Sonuçta her insan cüzdan taşır, bende kartı cüzdanımda taşıyorum. Evde resim albümümüz de kablosuzdur. Müzik sistemim için özel bir sunucu var, bu kablosuz sunucu evin çeşitli katlarına dağılmış durumda, kablosuz anfi/hoparlörlerimi yönetiyor. Şuanda 8.000 müzik parçası yüklü. Herkes rahatlıkla kullanabiliyor. Ayrıca evde süpermarkete yönelik tüm ürünlerin saklandığı alanlar barkod’lu. Sipariş ve sayımları kablosuz el terminaliyle yapılıyor. Sonuçta insan yaşamı kolay olmalıdır. Kaybettiğim 3 dakika benim için değerlidir.

TH: Bir anlamda teknolojinin etkisiyle enerji kaynaklarında ortaya çıkacak yönün dünyanın geleceğini etkileyeceğini söylüyorsunuz.?

Bu noktada başka bir açılım daha karşımıza çıkıyor. Nükleer enerji! Ben 2020’li yıllarda dünyanın nükleer enerjiye maksimum düzeyde gereksinim duyacağını düşünüyorum. Rüzgar ya da güneş enerjisinde yaşanacak gelişmeler bu gerçeği değiştirmeyecek. Çin’in enerji ihtiyacı bu açıdan önemli bir belirleyici olacak. Amerika’ya Çin’e enerji konusunda yardımcı alacak  ya da yeni enerji kaynakları üretmeye çalışacak.Sonuç olarak söylenen şu: Nükleer enerji kötüdür. Hayır, değil! Standartları oluşmuş, dünya tarafından saldırgan ve tehlike olarak algılanmayan ülkeler için olmak zorunda. Çünkü nükleer enerjinin melez olması gerekir.Türkiye için de nükleer enerji konusuna karşı çıkılıyor. Çünkü nükleer enerji ürettiğiniz anda atom bombasına bir adım kalmış oluyor. İşte bu nedenle,o zamana kadar nükler enerjiyi bir tehlike olarak kullanabilcek ülkelerin yönetim biçimlerini değiştirmek istiyorlar.

TH: Peki ya petrol??

Petrol çok önemli bir güç haline geldi. Hem Amerika’nın hem de Avrupa’nın güçlenmesini istemedikleri ülkelerde bir güç unsuru ortaya çıkmaya başladı. Amerika’nın Suudi Arabistan’dan alınan petrole karşı inanılmaz bir güç mücadelesi var. İçerde bir kamuoyu oluşmaya başladı. Bu nedenle ben özellikle Amerika’nın ani bir kararla petrolden uzaklaşmayı tetikleyeceğini düşünüyorum.

TÜRKİYEDE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTELERİ KURULMALI”

TH: Üniversite-Sanayi işbirliğinin geliştirilmesi geleceğimiz için büyük bir açılım yaratabilir mi??

Bugünkü koşullarda üniversite sanayi işbirliği oluşur ancak istenilen seviyeye gelemez. Amerika’daki üniversite sanayi işbirliği yapısıyla Türkiye’dekinin yapısı farklı. Çünkü Amerika’daki üniversiteler birbirinden farklı Örneğin State University of New York’un teknoloji transfer merkezi üniversitesinin yapısından ayrı bir birim olarak çalışıyor. Ve 900 milyon dolarlık bir bütçesi var. Bunun yanında Amerika’daki tüm üniversitelerin teknoloji transfer merkezleri birbirine bağlıdır. Şu anda bizde birkaç özel üniversitede bu konu işlenmeye başlandı. Esas kurtuluşumuz ise Türkiye’de teknoloji üniversitelerinin kurulması. Çünkü bu üniversiteler yanlızca AR-GE yapmak, patent oluşturmak, fikirleri hayata geçirmekvb. için çalışıyor. Bu konuda şirket olarak kullanabileceğiniz fonlar kısıtlı, üniversite olarak yurtdışından sağlayabileceğiniz fonlar ise çok büyük. Dolayısıyla entellektüel sermayeyi teknoloji üniversiteleri ile oluşturabiliriz. Teknoloji Holding olarak bu konuda çalışmalarımız var. Ve işbirliği yapmak istiyoruz.

TH:Enerjiden çıkıp, tekrar Türkiye’nin geleceğine dönüş yaparsak, özel sektör gelecek için nasıl bir yön çizmeli?

Teknoloji Holding olarak biz, hangi alanda olursa olsun çok önemli bir bulgu yarattığımızda projeye geliştirmek için çalışıyoruz. Tıp alanında proje geliştirmek için Amerika’da araştırma yapıyoruz. İnsanların rahat, özgür ve korkmeden proje getirdikleri ve bunarın değerlendirildiği bir ortam yarattık. Türkiye’nin Teknoloji Holding gibi örneklere ihtiyacı var. Devlet ise bu dönüşümün içerisinde ancak ‘yol gösterici’ olarak yer alabilir. Kimse uygulayıcı olmasını beklememeli..

Bir de eleştirim olacak. Ne yazık ki Türkiye’de büyük gruplar, rakipkeri yara aldığında seviniyor. Baktığınızda çoğunun birbiriyle kavgalı olduğunu görüyorsunuz. Ülke adına kırıcı olduğunu düşündüğüm bu olayın en önemli nedeni her sektörde gereğinden fazla oyuncu olması. Bu da karlılığı otomatikman düşürüyor ve sermaye birikimini engelliyor. Bu durumu değişitirmek için,kar getirecekler alanlar tespit edilerek Türkiye dışına çıkması gerek Aksi halde orta vadede bu tür gruplar önemli ölçüde kan kaybedeceklerdir.

TH: Bu sorun nasıl çözülür?

Aslında en büyük sorunumuz aile şirketleri. Türkiye’deki şirketlere baktığınızda babalar hep oğullarından şikayet ediyor, çocuklarının kendileri gibi olmadığını, şirketin geleceğini ve mirasını sürdürecek kadar başarılı olamadıklarını söylüyorlar. Haklılar ama suç bana kalırsa kendilerinde. Çünkü baskıcı davranıyor, çocuklarına yetki ve sorumluluk vermiyorlar. Aslında önemli olan bilgi ve beceriyi ortaya çıkarmak. Ama Türkiye’de ne yazık ki bu tetiklenmemiş. Aile içerisindeki çocuklar arasıdaki ilişkilerde de sorunlar var. Türkiye’deki aile şirketleri 1. nesilden 2. nesle geçerken yüzde 50, 2. nesilden 3. nesle geçerken yüzde 25 erozyona uğruyor. Bizde bir de halka açılma konusu spekülasyona açık, sağlıklı yapıya sahip olmayan bir konu olduğu için, halk tedirgin. Dolayısıyla aile şirketleri Türkiye’nin geleceği için çok büyük bir sorundur. Bu sorunu çözmediğimiz takdirde önümüzdeki dönemde doğru dürüst 10 marka bile kalmaz. Aile şirketlerini kurumsallaştıran yapılarve şirketler için önemli bir fırsat görüyorum. Bugün inatçı olan bu şirketler yoğun rekabet koşulları altında kurumsallaşacak ve sonuçta halka açılma yolunu tercih edeceklerdir.

Thema Kış 2004

Bültene katılın.