Türkiye’de inovatif çalışmaların kısır kalmaması sürüden ayrılmayı başarmaya bağlı.
İnovasyon ve inovatif olmak (yenilik ve yenilikçi olmak).. Herkes, her yerde, herkese bunu anlatıyor. Ne yazık ki hayatında inovatif bir çalışması olmayan insanlar konu eksperi olarak bu konuyu işliyor. Hayatımın tamamını bu kavramların içini dolduracak şekilde yaşamış olduğum için, bu konuda en çok ve en sık konuşanlardan biri de hiç kuşkusuz ki benim. Burada çıkıp da “İnovatif Olmanın 10 Kuralı”nı sıralamayı düşünmüyorum. Yapmak istediğim aslında inovasyon üzerine küçük bir zihin jimnastiği.
İnovasyonda yaşanan sorun hedef kitle seçimi ve hedef kitlenin sürdürülebilir olmasıdır. Segway’in 21. yüzyılın icadı “Ginger” çok ilgi duyduğum bir örnektir. Hedef kitle tanımını çok net ortaya koymadan, ulaşıma çare olmak amacıyla ortaya çıkan Ginger, icat olduktan tam 6 yıl sonra, hedef kitlesi içine golf severleri katarak önemli bir açılım sağlamıştır. Kullanıcılar da Ginger’ı yönlendirerek diz üstünde gidilen modelin tasarlanmasını sağlatmışlardır. Daha önceki yazılarımda bahsetmiş olduğumu, Robot ürün iRoomba gibi Segway de geleceğini askeri kullanımda daha fazla ve kârlı olarak bulacaktır.
Hedef kitle tanımı net olarak ortaya konmuş bir hizmet olan Starbucks, 100 yıl önce Avrupa’ya ihraç ettiğimiz kahvehane kültürünün sürdürülebilir kılındığı, şimdilik hizmette yaratıcılığın başarılı bir örneği sayılabilir. Ama biz Türk vatandaşları o örneği Kahve Dünyası gibi yerli markalarımızla yeniden keşfedip ona rakip mekanlar yaratmaya başladık.
Türkiye’nin şöyle acı bir gerçeği var: Apartman ve bina girişleri otopark olarak tanımlıdır. Daha sonra yapılan kanun ve yönetmelik değişiklikleri ile ceza ödeme suretiyle giriş katları dükkan olmaya başlamıştır. Bu kadar çok dükkan arzı ortaya çıkınca bunların yeterli taleple desteklenmesi de önem kazanmıştır. Önceleri banka şubesi, bakkal, şarküteri, lokanta enflasyonu yaşanmış, sonra bankaların konsolidasyonundan sonra markasız mağazalar, mobil telefon bayileri, müzik marketler vs ile bu dükkanlar dolum savaşı vermiştir. Starbucks’ın gelişi vizyon değişikliği yaratmış ve içinde “kahve” olan onlarca çeşit marka dükkanlarda yerini almaya başlamıştır. Bu değişimi gören ama bu derecede sermayesi olmayan başka girişimciler de “simit” temasını işlemeye başlamışlar, içinde simit geçen onlarca çeşit marka ve yüzlerce dükkan açmışlardır.
Seyyar arabalarla turşu, kaynamış mısır, midye satanlar, yeni dünyada ayakta tutunabilmek için çözümler beklerken yurt dışından dönen bir Türk girişimci “buldum, buldum” diyerek, tane mısır ve makarna ürününü bir kağıt bardağa sokarak satmaya başlamıştır. Girişimci ruhu olan ama o ruhu canlandıracak alt yapısı olamayan bazı yatırımcılar bu lider girişimciyi takip edip, kağıt bardakta mısır ve makarna için onlarca yeni marka ve yüzlerce tekerlekli arabayla ekonomiye katkıda bulunmaya başlamıştır. İki örnekte de yıllardır farklı sunumlarla Türkiye’de satılan ürünlerin, birilerinin bize hatırlatması ile daha farklı olarak sunulmasını sağlayan inovasyonlardan bahsettim.
Bazı inovasyonları ise başkalarının bize hatırlatmasına gerek olmadan ortaya koymamıza rağmen, gelişimi gözden kaçırarak bayrağı başkalarına vermişiz. İzmir’den çıkan 1970’li yılların hit markası GırGır’dan kısaca bahsedeyim. “GırGır giren eve dırdır girmez” sözlerini dilimize yapıştırarak, her evde el süpürgesinin yerini alan GırGır’ın yaratıcısı, eski öğretmen Tacettin Hiçyılmaz çok önemli bir girişimcidir. Hiçyılmaz GırGır ile o kadar büyük bir başarı sağlamıştı ki, 1978 yılında GırGır sözlüklere girmiş, Hiçyılmaz da İzmir’in vergi rekortmeni olmuştur. Ancak, GırGır geçen zamana ayak uyduramadı, sürdürülebilir olmayı başaramayarak, günümüz beyaz eşya üreticilerinin esinlendiği bir nostaljik ürün olarak hafızaların tozlu rafları arasında yerini aldı. Torbasız süpürgeyi geliştiren bu zeka, neden Dyson gibi torbasız elektrikli süpürgeyi geliştiremedi bilinmez?
Aynı durum İzmir’in en önemli markalarından Yumlu’nun başına geldi. Sıcak yaz günlerinin Yumlu vantilatörleri klima ile birleşemeden yok olup giderken UFO diye bir marka çıktı ve herkesi şaşırtarak hem infrared ısıtıcı, hem de su püskürten vantilatör yaptı. Her iki üründe de Türkiye’de lider oldu. Ben UFO gibi firmaların çok yakın olarak takip edilmesini, onların halka arz edilerek kalıcılıklarının sağlanmasını, bu işin arkasındaki beyin takımının da erken yaşta emekli olmaması gerektiğini düşünüyorum.
Gerek geçmiş, gerekse günümüz örneklerinden görüldüğü üzere, “Me Too” yaklaşımından vazgeçip, sürüden ayrılmaya başarabilenler, varolan ürünlere alternatif çözüm önerileri ve eklemeler yaparak yepyeni bir ürün gamı yaratabiliyor. Bunun için illa ki yeri yerinden oynatacak teknolojik bir yenilik yapmaya da gerek yok aslında. Türkiye’de “İnovasyon” denilince akla “teknolojik yenilik”lerin gelmesi bu süreci biraz zorlu kılsa da, Selpak kullanımı kutunun yanından açtığı yeni bir delikle kolaylaştıran Eczacıbaşı gibi kuruluşların çalışmaları, inovasyonun asıl amacının hayatı kolaylaştırmak olduğu gerçeğini tekrar gözler önüne seriyor. Büyük Ar-Ge bütçeleri ve maliyetleri masaya yatırılmadan önce inovatif olmak için ise öncelikle sahip olunması gereken tek bir araç var: “Farkındalık”
13/07/2008 BusinessWeek