Yayınlanma Tarihi: 3 Ocak 2010Kategoriler: BusinessWeek Yazıları

bweek_korumacilik
Yerli Malı Haftası her yıl Aralık ayının 8-12 günleri arası kutlanır. Bugün bizim çocukların okulunda bu hafta ile ilgili törene katıldım. 40 yıl önce ilkokul 1. sınıfa giderken de bu haftayı benzer etkinlikle kutlamıştık: Ceviz, fındık, şeftali nerede üretilir’i Türkiye haritası üzerinde göstermiştik. Türk malı’nın meyvelerden ibaret olmadığını hepimiz biliyoruz. Peki Türk malı nedir? Örneğin ara-mamül’ünün %75’i yurt dışında gelen ve Türkiye’de üretilen arabalar yerli malımıdır? Godiva’yı Ülker aldığına göre, Godiva artık bir Türk markası ve şirketimidir? Bugünkü okul töreninde barkodu 869 ile başlayan ürünlerin satın alınması vurgulandı. Ben bu fikre ne yazık ki katılmıyorum. Bu ülkenin oluşturulmuş duvarlar ile yıllarca dış dünya ile ilişkisi kesildi. Özal döneminde duvarlar bir anda kalkınca üreticiler de feleğini şaşırdılar. Bu durum hayatında boks yapmamış bir kişiyi olimpiyat oyunlarında boks maçlarına göndermek ile benzerlik arz ediyor. Biz tüketiciyi barkodu 869 ile başlayan, yani Türkiye de üretilen malları satın almaya zorlamamalıyız. Bu durum üretici nezdinde bir rahatlık yaratır. Türk üreticilerine sağlanacak destek -ancak yurt dışı rakipleri ile eşit koşullarda mücadele edebilmesi için rakiplerine kendi ülkelerinde tanınan olanakları devlet olarak sağlayıp-, serbest rekabet koşulları altında yabancı rakipleri ile rekabet etmelerinin ötesine geçmemelidir. Dolayısı ile aynı/benzer ürün yurt dışından gelip aynı rekabet koşullarında daha ucuz ve kaliteli olabiliyorsa tüketici onu tercih etmelidir. 1946 yılında, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ekonomik darboğazın ardından yabancı ülkelere para akışının önünün kesilmesi ve toplumsal tutum bilincinin oluşması amacıyla “Yerli Malı Haftası” olarak ortaya çıkmış, 1983 de adı  “Tutum, yatırım ve Türk malları haftası” olarak değişen bu haftanın, değişen dünyaya ayak uyduramadığı aşikardır. Bence bu haftanın adı artık “Dünyamızı Koruma ve Tutum” haftası olarak değiştirilmelidir. Öğrencilere sera gazlarının zararları, korunma yöntemleri anlatılmalı, azalan kaynakları tutumlu kullanmanın yolları aşılanmalıdır.

Yazımın bir bölümünde üreticinin korunmasından bahsettim. Üreticinin korunması bir devlet politikasıdır ve hedeflenen sektörler için belirli bir süre için geçerli olabilir. Bu ülke “Devrim” arabasını yapmak, kimileri de yaptırmamak için uğraşırken, komşumuz İran 1967 model Hilman Hunter markasını kopyeleyerek Peykan markasını oluşturdu. Bu arabadan 38 yıl boyunca 2.3 milyon adet üretildi. İrandaki otomotiv sektörü bu sayede kurtuldu. Ama korumacılık yüzünden üretici Iran Khodro Co. Arabayı hiç geliştirmedi, hep hazıra kondu. Sonuçta İran devleti arabanın yarattığı hava kirliliği, benzin tüketiminin fazlalığı, dizaynı ve güvenlik zafiyetlerinden dolayı üretimi durudurmak zorunda kaldı. Halbuki korumacılıkla başlayan Iran Khodro aracı geliştirmiş olsaydı bu durumla karşılaşması mümkün olmayacaktı.

Türkiye’nin dünyada güçlü markasının azlığından veya yokluğundan yakınırız hep. Marka yaratmak gerçekten zor. Hele devler ligine girip orada marka olmak neredeyse imkansız. Son günlerde “Türklerin Elektrik Arabası” projesiyle uğraşıyorum. Bu projeye öncelikle soğuk bakıyordum. Bilgi birikimim oldukça eskilere dayandığı için bakış açımın ve çekincelerimin çok farklı olduğunu ve biraz da geçmişte yaşadıklarımdan dolayı ön yargılı davrandığımı farkettim. Estee Lauder’in yönetim kurulu başkan yardımcısı Ronald Lauder ile 2005 yılının başında çok yakın bir arkadaşımın aracılığıyla tanıştım. Kendisi yeni alanlara yatırım yapmak istiyordu ve benim proje üretme becerim onun oldukça ilgisini çektiği için “Hidrojen yakıtlı araba” proje teklifimi kabul etti ve kendisi ile bir anlaşma imzalayarak ABD’de firma satın alma turuna çıktık. Amacım hidrojeni araba içinde şeker’den elde etmekti. Çünkü hidrojeni üreterek benzin istasyonlarına dağıtmak gerçekten çok zor bir yöntemdi. Ben hidrojene inanmıştım. ABD’de yakıt pili üreticileri dahil olmak üzere birçok firma gezdik. Araba tasarımı için Ferrari’nin tasarımcısı İtalyan Pininfarina ile görüştük. Proje’nin ilerleyen bölümünde Ronald Lauder gayrimenkul projelerine ağırlık vereceğini söyleyip projeden çekildi. Dolayısı ile proje de durmuş oldu. Daha sonra şekerden hidrojen elde eden firmayı Honda satın aldı. Ben o dönemde öncelikle Hibrit arabaların pazarı kontrol altına alacağını, 2020’den sonra da hidrojen ve yakıt pilli arabaların piyasaya gireceğini düşünüyordum. Şimdi bir anda tüm Ar-Ge yatırımları “pil” gelişimine akmaya başladı ve özellikle Avrupa ülkeleri de bu projeyi destekleyince yön değişiverdi. Artık araba tasarımları ve üretim şekli değişecek. Elektrikli arabalarda çok iyi bir pazarlama stratejisi ortaya koyabilen, önce piyasaya çıkan üreticiler hem başarılı olacaklar, hem de dev otomobil firmalarına rakip olacaklar. Murat Günak ve benim önderliğimde bu proje umud ederiz ki Türkiye’nin özlediği ve daha önce ıskaladığı marka yaratma olanağını sağlasın.

Yazıyı pdf formatında okumak için tıklayınız.

27/12/2009 BusinessWeek

Bültene katılın.