Yayınlanma Tarihi: 28 Haziran 2009Kategoriler: BusinessWeek Yazıları

bw5
Bu yazıyı Digiturk’te “Pride” adlı filmi izledikten sonra yazmaya karar verdim. Film, Jim Ellis’in 1971 yılında Philedelphia eyaletinde siyahlardan kurduğu yüzme takımının gördükleri zulme rağmen başarısını anlatıyor. Amerika’da siyahlara karşı olan hareketleri yıllarca filmlerde ibretle izledik. Türkiye’de olsa böyle olmazdı” diye düşünenler çok olmuştur. Ama ne yazık ki yanılıyorlar. Çünkü bizde olan siyahlar o şehirlerin maskotu olacak sayıda azdı. Yani nüfusun belli bir kısmını afrikalı göçmen olarak içimizde bulundursaydık, hiç kuşkunuz olmasın bizde de aynı sorunlar olurdu. Mexico City’de yapılan 1968 olimpiyatlarında 200 metrede altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı iki siyah atlet, Tommie Smith ve John Carlos’un madalya töreni sırasında siyah deri eldivenleri ile yumruklarını havada tutarken, siyahlara biçilen ikinci sınıf vatandaşlık ve fakirlik elbisesini protesto ediyorlardı. Bu olay siyahların dünyaya en önemli mesajı oldu. Amerika o dönemleri atlattı ve siyahi bir başkan çıkararak konuya noktayı koydu.

23 Mayıs’ta New York Madison Avenue’de 28. Türk Günü yürüyüşü vardı. Ben ilk olarak 4. Türk Günü yürüyüşüne katılmıştım. O zaman sayılarımız çok daha az ve katılımcı gelir profili çok farklıydı. Şimdi dikkatimi çeken ise o zamanki katılımcıların hem gelir düzeyi hem de yaşam biçimi olarak inanılmaz ilerlemesi ve de ABD’ye entegre olmalarıydı. ABD bu anlamda çok badireler atlatmasına rağmen önce siyahlar olmak üzere hispanikler (Güney Amerikalılar), Çinliler, Türkler ve  Yunanlılar gibi azınlıklarla tam entegrasyon sağladılar. Çünkü ABD zaten azınlıklarla kurulmuştu. Ama Avrupa öyle değildi. Avrupada tam tersine denize kıyısı olanlar (İngiltere, Hollanda, Fransa, Portekiz vs) sömürgeciydi. Ya da genişlemek için Almanya gibi alabildiğine saldırgandı. Durum böyle olunca, yabancıların entegre olması çok zordu. Ben yıllarca Almanyada tren garları çevresindeki yerleşim bölgelerinde toplu olarak yaşayan Türk vatandaşlarımızı eleştirdim; niye entegre olamıyorlar diye. Ama şimdi daha iyi anlıyorumki onlar isteselerde karşı taraf buna izin vermeyecekti. Özellikle ekonomik nedenlerle gittikçe artan işsizlik, milliyetçiliği dahada patlatıyor ve entegrasyon başka bir bahara kalıyor. Avrupa Parlamentosunun Haziran başı yapılacak seçimlerine 27 Avrupa Birliği ülkesi katılıyor. Seçim yarışında bir sürü kart açılıyor. Bu kartların başında adı geçen ülke tabii ki “Türkiye”. Bunu Alman başbakanı Merkel bile yapıyor. Alman Sol Parti’den Sevim Dağdelen, yapancıların yerel seçimlere katılmasına karşı çıkan koalisyon partilerini eleştirerek “Almanya dışlanma ülkesi” demiş. Terör örgütlerinin finansmanı ve desteklenmesi dahil Türkiye’yi yıpratacak ve elinde koz bırakmayacak her türlü kartı iyi kullanan bazı Avrupa Birliği ülkeleri artık deşifre olmuş durumda.

Burada benim amacım ülkeleri karşılaştırmak ve pro-Amerikanizm yapmak değil. Entegre olmak için başka çabaların olması gerektiğini düşünüyorm. Dünyanın yaşamakta olduğu ekonomik kriz, yurt dışında ve yastık altında çok iyi parası olan Türk yatırımcılar için çok iyi bir fırsattır. Bunun dışında bazı şirketlerimiz ve birliklerimiz çok iyi nakde sahiptirler. Bu birikimler ile ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde orta ölçekli şirketler satın alınabilir. Bunlar teknoloji şirketleri, büyük mağaza zincirleri veya servis sektörü şirketleri olabilir. Bunu yapabildiğimiz taktirde onlarla entegrasyonumuz biraz da metazori olacak. Bugün Yunanistan ile geçmişteki sorunlar sınırlandıysa bunu Yunan firmalarının Türkiyedeki ortaklıklarına borçluyuz. Finansbank’ın sahibinin Yunan National Bank of Greece olduğunu biliyoruz. Opel Kanadalı Magna konsorsiyumu’nun oldu. Hem de bu konsorsiyuma Merkel satın alma fiyatı olan 1.5 Milyar USD’yi de kredi olarak veriyor. Düşünsenize Türkiyeli bir konsorsiyum Opel’i almış olsaydı Almanlar ne yapardı? Ama beceremedik. Halbuki becerebilseydik üretim hatlarından birini hemen İran’a satar, yatırdığımız parayı hemen geri alır, yan sanayi tedarik şartını Türkiye olarak koyardık. Üretimine Khodro tarafından 1967 yılında başlanan ve bugüne kadar yaklaşık 2.5 Milyon adet üretilen Peykan marka araba yerine Opel üretmeye başlarlardı.

TİM, İTKİB, Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası veya diğer birlikler şu gayrimenkul, enerji projelerini bıraksınlar da, fon oluşturup büyük mağaza zincirleri satın alsınlar. Tur operatörleri, otel zincirleri, deniz taşımacılığı şirketleri, teknoloji şirketleri satın alalım. Hükümet sadece politik olarak bunun pazarlamasını yapsın, özendirsin. Bu aralar o kadar güzel şirketler karşıma çıkıyorki keşke Türkiyedeki nakit sahipleri ellerini ceplerine atsa diyorum. Halbuki her sektöre yönelik havuzlar oluşturulsa, bu havuzlar yurt dışında satın alınacak şirket baksalar ne iyi olurdu. Tübitak’ın 2023 Vizyon belgesini en çok eleştiren benim. Çünkü orada yazılanların gerçekleşmesi imkansız. Bu saatten sonra Türkiye’nin marka yaratması, teknoloji geliştirmesi çok zor. Bizim arayı kapatmamız için hazır olanları satın almamız lazım. Sevgili bireyler, şirketler hadi eller ceplere. Herşeyi devletten beklemeyin bakalım.

Yazıyı PDF formatında okumak için tıklayınız.

07/06/2009 BusinessWeek

Bültene katılın.