Yayınlanma Tarihi: 25 Mayıs 2013Kategoriler: Haberler

Bugün elimizde bulunan teknolojilerle uzayda yolculuğumuz anlamlı bir hızda olmadığı ve on-yüz yıllar alacağı için hep aklımıza uzaylılar geliyor. Biz gidemediğimize göre onların bize geldiği varsayımı güçleniyor. “Kuantum Mekaniği” son dönem yaşamımızdaki önemli keyword veya tag’lerden biri haline geldi. Bugünkü amaç maddenin henüz fizik tarafından keşfedilmemiş boyutta özelliklerinin ortaya çıkarılmasıyla ortaya çıkacak. Yerçekimsiz İtiş Gücü ile uzaydaki hızlı yolculuğumuz başlayacak. Bunun için hedeflenen yıllar ise 2070-2079:http://www.futuretimeline.net/21stcentury/2070-2079.htm#flyingcar Nanoteknoloji alanında yaşanan devrim ile işler hızlanıyor. 2070’li yıllarda “Pikoteknoloji’ye ulaştığımızda zaten bazı soruların cevabı daha hızlı alınıyor olacak. Bugün yaşadığımız ve geçmişle referans alamayacağımız hızlı gelişmelerle ben 2050 yılında dünyanın cevaplanmamış çok az soru ile boğuşacağını düşünüyorum.

Science & Vie (Yaşam) dergisi Fransa’da 1913 yılından beri yayınlanıyor. Bu dergiden esinlenerek, 1940 yılında Fransa’da eğitim gören 4 genç akademisyenin Türkiye’ye dönüşlerinde “Fen ve Teknik” dergisini 1940-1942 yılları arasında sadece 3 yıl çıkardıklarını söylemekte yarar var. Türk halkının Bilim konusunda popüler bilgiye sahip olması, 1967 yılında TÜBİTAK tarafından çıkarılan Bilim ve Teknik dergisi ile başlamıştır. Aynen gazetecilikte olduğu gibi, son dönemde siyasetin içinde kendini bulan bu kurumun çıkardığı dergiye alternatif olarak farklı görüş açısı yaratmaya çalışan http://www.bilimvegelecek.com.tr gibi dergiler de kendilerini göstermeye başladı. Sonuç olarak Bilim’e de siyaseti bulaştıran ender ülkelerden biri olduk. Bilim’de siyaseten bu kadar yönlendirici olmak ile son dönemlerde oluşmaya başlayan yasaklarla günlük yaşamımıza müdahale etmek arasında bir fark yoktur. Dünyada en geç gelen ve temeli “hoşgörü” olan Müslümanlığın yorumunda temeli göz ardı edilmeye başladı. Gece 22:00’den sonra seks yasağı getirilmesinden korkan (!!!!) bir toplumun bilimsel saptamaları özgürce zaten ortaya koyması imkansızdır.

Science & Vie dergisi (aynı zamanda gençlere yönelik bir dergisi de bulunur: http://www.labosvj.fr/) geçen ay yayınladığı bir yazısında başlangıçta belirttiğim gelecek teorilerini ilginç bir bakış açısıyla yorumladı. Oradaki keyword “Casimir kuvveti”ydi. Prensip olarak: 1 cm²’lik ve 1 mm kalınlığındaki 2 ayna boşlukta karşılıklı olarak yerleştirilmişse, aralarında bulunan mesafenin milimetrenin 1/100’ü olması durumunda Casimir kuvveti yerçekimi kuvvetinden daha fazla önem kazanıyor. Sonuçta yıllardır yapılan çalışmalarda Kuantum Mekaniği’nin boşluğun çalkantılarında gizleyerek bizlere sunduğu bu olağanüstü enerjiden yararlanarak başka dünyalara hızlıca ulaşmamız mümkün olacak. Kısaca ““Boşluk Enerjisi” olarak adlandırılan bu enerjinin gelecekte önemli bir kaynak olacağı ortaya çıkıyor. Görünen o ki “Uçan Daire” olarak adlandırdığımız uçan gemilerin aslında kullandığı enerjinin bu enerji olduğu konusunda hemfikir olmak mümkün.

Bu enerjiyi kullanmadan önce Füzyon’u bir itiş gücü olarak kullanmak sanki daha anlamlı gözüküyor. Zaten biraz da zorunluluk hasıl olacak. Rare Earth Elements (http://en.wikipedia.org/wiki/Rare_earth_element) dediğimiz nadir elementlerin 2050’ye gelmeden tükeneceği varsayımı ile bu elementlere ulaşmak için başka dünyalara yolculuk gerekiyor. Aksi taktirde teknolojik olarak gelişmemiz tıkanıklığa gidecek. Füzyon enerjisi aslında termonükleer başlıklarda ortaya çıkıyor ama sorun onu kontrol edebilmekte. Füzyon reaktörlerinde ise durum farklı: Bu reaktör için gerekli basınç 150 milyon derece ile sağlanıyor. Bu basıncın sağlanması için 1 saniyede harcanan enerji, İstanbul’un 1 yılda harcadığı elektriğe denk geliyor. Bugünkü çözüm ise füzyon yakıtını küçük bir palete koyup ona güçlü bir lazer tutmak olabilir. Bu durumda gene ortaya nadir element gereksinimi çıkıyor. Rüzgar türbinlerinde, güneş panellerinde ve elektrikli arabalarda (Toyota Prius’da 15 kg var) nadir elementler var. Dünyanın hızlıca artan enerji ihtiyacına cevap verecek ve günümüz teknolojileriyle üretilen bu çözümler içinde nadir elementler gerekiyor.  Yani yumurta-tavuk ilişkisi biraz daha bilimsel olarak karşımıza çıkıyor.

Helyum-3” radyasyon yaymadığı için uzun dönemde füzyon roketinde kullanılacak. Helyum-3 için ayda yoğun çalışmaya veya Uranüs’ten balonlarla daha az çalışma ama daha fazla mesafe kaydetmeye gereksinim duyulacak. Türkler uzay istasyonu inşa etmek yerine, Ankara’da uzay istasyonu gibi tren istasyonu kurmakla öğünürken ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Japonya aydaki Helyum-3 haritasını çıkarmaya başlıyor.

Füzyon yakıtı olarak döteryum (hidrojenin bir izotopu) ve kristal yapıda Li6 kullanılmasının çalışmaları ABD’de başladı. Bu yakıta göre dizayn edilecek motorlar “Zeta-pinch füzyonu” (http://en.wikipedia.org/wiki/Z-pinch) temelli olarak çalışacak. Z-pinch füzyonu teknolojisinde, incecik tellere yüksek voltaj yüklendiğinde, akım plazma oluşturarak dev bir manyetik alan yaratıyor. Plazmanın içindeki yüklenmiş parçacıklar (pinch), döteryum ve lityum çekirdeklerine çarparak, bu atomları füzyonlayarak çok büyük bir füzyon enerjisi patlaması yapıyor ve sonrasında aldığından fazlasını Z-pinch’in ilk konumuna yerleştiriyor.

Uzay Yolu” dizisindeki Atılgan gemisinde anti-madde kullanımı söz konusu iken aslında mantıklı olanın yukarıda anlattığım yöntem olduğu söyleniyor. Böylece füzyon yakıtlarıyla çalışan motorlar bizi Mars’a 1 ayda götürüyor olacak. O zaman da dünya dışında neler olduğu konusunda bilgi toplamayı teleskopların egemenliğinden geri alıyor olacağız.

Peki uzaylılar ile tanışmamız nasıl gerçekleşecek? Pek çok teori aslında onlarla çok önce tanıştığımızı ortaya koyuyor. Benim tasarımımı 10 yıl sonra araklayan (!)  “Prometheus” filminde içtiği sıvı ile parçalanıp yok olarak dünyaya hayat veren insansı uzaylıdan tutun da dünyadaki hayatı başlatan amino asitlerin dünyaya meteor veya tozlarla geldiği ““ Panspermia teorisi”ne kadar birçok teori ortaya çıktı. Doğal olarak bunlara inanmayanlar ve aksini ispat etmek için kendi teorilerini de ortaya koyanlar var (http://tr.harunyahya.net/panspermia-gorusunun-mantiksizligi-evrim-nedir/).

Kazak bilim insanları Vlademir shCherbak ve Maxim Makukov ise inaılmaz bir teori ile geldiler: Biyolojik SETI (http://news.discovery.com/space/alien-life-exoplanets/could-an-alien-message-be-embedded-in-our-genetic-code-130401.htm) ile çocukluğumuzda bolca okuduğumuz Eric Von Daniken’ın “Tanrıların Arabaları” kitabındaki gibi uzaylı atalarımızın hücrelerimize kazıdığı gizli bir mesaj olduğunu iddia ediyorlar. Baz aldıkları ise 1977 de SETI tarafından alınan dünya dışı genetik koddaki “Wow!”sinyali”  (http://www.youtube.com/watch?v=ZAKy_08klrg). İlkinde 10 yıl ve 13 milyara mal olan bir çalışma ile çıkardığımız sınırlı insan genom haritasındaki DNA nükleotitleri ve amino asitleri arasında kesinlik ortaya koyan sistematik desenlerin, bugünkü mantık ve hesaplamalarla çözülemeyeceği görüşü hakim. Biyolojik olan veya olmayan kodları barındıran DNA’nın uzaylı atalarımız tarafından şifrelendiği adı geçen Kazak bilim insanlarının görüşü.

Dediğim gibi insanlığın oluşumu için birçok teori mevcut. Bazıları dinlerce kabul edilmiyor. Açıkçası hangisinin doğru olduğunu anlamamız için şu andaki bilincimizin yeterli olduğunu ben düşünmüyorum. Bilinç seviyemiz daha yüksek katmanlara ulaştıkça çıkaracağımız anlamlar daha da artacaktır.

Son gelen din olan ve yaradan ile araya kimseyi sokmayan Müslümanlıkta, Hz. Muhammed’in şu sözleri, günümüz kuantum fiziğinin holografik temel mantığına ışık tutmaktadır: “Zerre Küllün aynasıdır”. Yani varlığı oluşturan en küçük yapı birimi özellikleri (atomaltı yapılar), evrenin bütünlüğünde varolan yapı ile aynıdır.

Gerçekleri algılamak için her türlü yaklaşımı dinlemek ve yorumlamak gerekiyor. Her görüşe saygı duyulmalı ve ön yargı ile yaklaşılmamalıdır. Hele ki siyaset dini her olayda masaya getirdiğinde etki/tepki ortaya çıkmaktadır. Yeni bürokratların söylediği gibi: “Eskiden evde namaz kılar, dışarıda içki içerdik. Şimdi ise dışarıda namaz kılıyor, evde içki içiyoruz”. İşte bunu bireylere yaşatmak, bireylerin kendisine olan saygısının yitirilmesine neden olmaktadır. Bunları yaşarken ne uzay istasyonu kurabilir ne de koyduğumuz yıl bazlı (2023, 2071 vs) hedeflere ulaşabiliriz.

Bültene katılın.