Yayınlanma Tarihi: 22 Kasım 2009Kategoriler: BusinessWeek Yazıları

bw1
Türkiye’de son iki yıldır tüm gençler UGG’layıp (Türkçe Agg diye okunuyor) duruyorlar. Türkiye’deki satış fiyatları ortalama 500 TL civarında olan kuzu derisinden yapılmış giyimi çok rahat botlar kapış kapış gidiyor. Tabii bu kadar talebi olan bu ürünün “çakması” da olmaz demeyin. Hem de çakması/sahtesi 150 TL civarında. Kızım Hazal çok istemesine rağmen pahalı olduğu için 2 yıldır bana aldırmaya kıyamıyordu. Baktım kendisi de çakması peşinde, Londra’dan ona gerçeğini daha ucuza aldım. Sonra da bu başarının arkasındaki motivasyonu araştırdım. 1978 yılında kurulan UGG Australia, 1998 yılına kadar rahatlıkla giyilen ayakkabılar üretmiş. 1998 yılından itibaren ise pahalı ayakkabı üretmeye karar veren şirket 3 yıl içinde önemli moda dergilerinde yer alırken, ABD’li Nordstrom ile yaptığı satış anlaşması ile satışları patlamış. 2000 yılında TV programcısı Oprah Winfrey’e bir çift ayakkabı göndermesi, Winfrey’in de bu ayakkabıları sevip “Oprah’ın Favorileri” içine girmesi ve 2003 yılında tekrar başka bir model ve mavi ile pembe renklerle  “Oprah’ın Favorileri” bölümünde anılması artık markanın şaha kalktığıını göstermiş. Aynı yıl Footwear News dergisi de UGG Australia markasını, “Yılın Markası” olarak tanımlamış. Evet Avustralya’nın en önemli ürünlerinden biri olan kuzu, inanılmaz bir katma değerle satılır hale gelmiş.

“Crocs” ise plastik görünüşlü, sandal tipli, ilk etapta albenisi olmayan bir ayakkabı/terlik karışımı. Ama çok kısa sürede halka açılıp piyasa değerini 1.09 milyar USD’ye çıkaran bu firmayı başarılı kılan özel reçineyi yapan firmayı satın alarak yüksek üretim için (Çin, İtalya ve Romanya’daki üreticilerle) hazırlıklı olmalarıydı. Seamans, 2002 yılında Kanadalı bir plastic firmasının sauna için ürettiği plastic bir sandal gördü. Sudan etkilenmeyen, hafif, bakteri tutmayan bu üründeki temel özellik reçineydi. Çünkü vücut sıcaklığıyla reçine yumuşuyor ve sandal ayağın şeklini daha rahat biçimde alıyordu. Seamans, giyildiğinde diğer ürünler gibi kas yorgunluğu yapmayan bu ürünü kafasında daha da geliştirip üzerine büyük delikler koyup, birde üstüne bant koyup ayakkabımsı sandal haline getirdi. Sonra diğer 2 arkadaşı ile şirketi kurup muhteşem bir dağıtım kanalı oluşturdular. Pilajlara girdiler. Kaymadığı için çocuklar için ideal hale geldi. Sterilizasyonu çok kolay olduğu için hastanelerde kullanılan vazgeçilmez bir ürün haline geldi. Hem daimi olarak yeni ürün çeşidi hem de 25 tane renk çeşidi sunarak, sahtesini üretenlerin hep bir adım önünde hareket ediyor.

Bir de TOMS ayakkabıları var. Gençliğimizin “Espadril” görünümlü bu ayakkabısını satın alan herkes, fakir bir ülkede bir tane ayakkabının hediye edilmesine önayak olmuş oluyor.

Yukarıda anlattığım 3 ürünün benzerliklerine bakarsak basit ama çok kullanışlı olmaları sanırım ilk tespitimiz olurdu. Bu ürünlere baktığımda aklıma Türkiye’deki 2 örnek geldi: Şile bezi ve lületaşı. Özellikle tüm yaşam tarzlarında ve kullanılan eşyalarda doğallığın  önem kazandığı şu gunlerde bu iki “saf” malzemenin farklı tasarımlar ile alışılmışın dışında kullanımı sağlanamaz mı?

Şile bezi, el tezgahlarında 20 numara pamuk ipliğinden dokunan, tamamen Şile’ye özgü bir bez. En büyük özelliği emici olması, hafifliği ve basitliği. Ucuz olması da  artı bir avantaj. Modanın en çok gençler tarafından takip edildiği ve yaygınlaştırıldığı göz önüne alınarak yapılmış “genç” tasarımlar yok. Özellikle yaz günleri için  oldukça rahat olan bu malzeme ile sıcak iklimlere ve gençlere yönelik koleksiyonlar sunan markalar yaratmak olası. Geleneksel kullanım ve kesimlerden kurtulmak biraz araştırıcı ve takipçi olmak gerekir. Sevgili arkadaşım tasarımcı Özlem Yalım’ın fikri ise bu ürünün özellikle SPA’lar için çok uygun olduğu.  Emici ve sağlıklı özelliği ile, şile bezinden üretilmiş  spa giysileri,  örtüleri yaratılamaz mı? Ev tekstili alanında örneğin yaza yönelik nevresim takımları düşünülebilir.

Lületaşı’nın işlenmesi elbet bir zanaatkarlik gerektiriyor. Ancak bu malzemeye sadece hünerli eller değince ortaya çıkan ürünler adet, işlev ve tasarım/form olarak kısıtlı kalıyor. Nemli iken çok kolay şekil alabilen bu taş üzerine her türlü deseni, kabartmayı uygulamak mümkün. Bu işlemi el becerisinden biraz daha otomotize bir sisteme geçirirsek o zaman çoklu adetlere ulaşır, örneğin, bardak altı, çok moda olan ev esansları icin hazneler, taşlar (emici özelliği ile), mumluk, şamdan, aydınlatma elemanı, ofisler için masa üstü aksesuarları gibi ürünler de üretebiliriz. Emici özelliği ile, belki hem havayı temizleyen hem de dekoratif duran pek çok obje yaratılabilir. Lületaşı’nın suyu emme kapasitesi, üzerinde direkt olarak konmuş bir bitkiyi beslemeye yetebilir mi? Mesela küp bloklar üzerine direkt konumlanmış çim blokları hayal edelim. İç mekanlarda dekoratif bir kullanım olabilirdi. Her iki malzemenin de  üretim yöntemleri olarak geliştirilmesi ve  tasarım açısından farklı bakış açılarına kavuşması gerekli; Çünkü her ikisi de çağdaş hayatın kullandığı eşya ve tasarımlardan uzak kalmış gibi görünüyorlar. Eşkişehir ve Şile’den yetkililerin aklı başında birer organizasyon ile yapacağı bir çağrıya hiç bir tasarımcının, heykeltraşın  kayıtsız  kalacağını sanmıyorum.

Hadi şimdi bugüne kadar yaptığımız gecelik kılıklı şile bezi elbise ve lületaşı pipo’dan sıyrılıp bu konuya da bir inovasyon getirelim.

Yazıyı pdf formatında okumak için tıklayınız.

15/11/2009 BusinessWeek

Bültene katılın.