Yayınlanma Tarihi: 4 Haziran 2007Kategoriler: Forbes Yazıları

Son yıllarda, tüm garipliğine karşın, Avrupa’da ve Amerika’da hızla büyüyen bir ekonomik iyileşme var. Ne 11 Eylül 2001 sonrası etkiler, ne de petrol fiyatlarının üçe katlanması son beş yılda dünya ekonomisinin bilinen ekonomi tarihi boyunca hiçbir beş yıllık dönemde olmadığı kadar hızlı büyümesini engelleyememiştir. Bu performans ve dünya piyasalarında yükselen iyimser manzaraya bakarak piyasa sistemi ve küresel bütünleşmeye karşı büyük bir heves içerisinde olmamız gereken bir dönemde yaşadığımızı düşünebiliriz.

Son birkaç yıldır tüm dünyada ve özellikle Amerika’da orta sınıfın durumu ile ilgili hızlı büyüyen bir kaygı var.  Ancak bu kaygı artan düş kırıklığıyla ilgili. Bu düş kırıklığının sebebi tüm dünyada orta sınıfın günümüzdeki ekonomik büyüme sürecinin faydalarını paylaşamamasıdır.

Dünyada iki grup küreselleşme ve teknolojik değişimden doğru yerde ve doğru zamanda faydalanabildi. İlk grup gelir düzeyi küresel sistemle bağlantı kurmayı başarabilen düşük ülkelerdir: Örneğin Asya ve özellikle de Çin. Düşük ücret, teknolojinin yayılması ve küresel ürünlere ve finans piyasalarına ulaşabilmelerinin oluşturduğu birleşim, ekonomik bir patlamayı tetikledi.

İngiltere ve Kıta Avrupa’sında bir sebepten dolayı Endüstri Devrimi olarak adlandırılan 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başı arasındaki dönemi unutmamak gerekiyor. İnsanlık tarihinde ilk kez bir kuşağın yaşam standardı bir öncekine göre dikkat çekecek düzeyde daha iyi olmuştur; Bir insan ömrüne sığacak bir sürede kişi başına düşen gerçek milli gelir ikiye katlanmış, ardından tekrar ikiye katlanmıştır.  Son 30 yılda Çin’deki büyüme oranına bakarsak yaşam standardı bir insan ömrüne sığacak bir sürede yüz kat büyüme yarattığını görürüz.

İkinci grup ise: zaten servet sahibi olanlar altın bir çağa girmiştir. Kıt malları elinde tutanlar olağanüstü bir yükselme yaşamıştır. Kendi işletmeleri olan kişiler küreselleşmenin daha ucuza işçi çalıştırma avantajından faydalanmış ve daha büyük pazarlarda satış yapmaya başlayarak gelirlerini her zamankinden daha hızlı bir şekilde arttırabilmişlerdir. Aslında finans sektöründekiler küreselleşmeyle birlikte servetlerini yeniden değerlendirecekleri bir pozisyona gelmiş ve daha da zenginleşmişlerdir.

İlerleyen geleneğin en iyi kısmı piyasa ekonomisine karşı çıkmamış ve doğal bir süreç olarak meydana getirdiği sonuçları daha da geliştirmiş olmasıdır. Serbest, küreselleşmiş, teknolojik olarak karmaşık hale gelmiş kapitalizmin ekonomik mantığı, dünyadaki en zengin kesime ve en fakir kesimin bir kısmına daha fazla servet sağlarken orta sınıfı giderek daha kötü duruma getirmektir.

Orta sınıfın yaşadığı tüm bu zorluklara rağmen Amerika’da Standard & Poor’un 500 endeksindeki şirketlerde son dört yıldaki enflasyon oranı dikkate alındığında bile hisse başına düşen kâr yıllık yüzde 10’un üzerinde artış göstermiştir. Buna paralel olarak sadece ülke içerisinde elde edilen kazançlardan oluşan ABD milli gelir hesapları şirket kârlarının gayri safi yurtiçi hâsıladaki payının son iki kuşaktaki en yüksek seviyeye ulaştığını ve hala da yükselmeye devam ettiğini göstermektedir. Büyük şirketlerin en ileri teknoloji ve ucuz iş gücü ile karlılığı tavan yaparken sıradan, orta sınıf işçiler ve onların işverenleri hiç hesaba katılmadı.  Orta sınıf ailelerin gelirlerinin ABD’deki büyüme oranının çok gerisinde kalmasının, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasının (NAFTA) imzalanmasından dolayı Meksika’daki ortalama bir ailenin gelirinin 13 yıl boyunca neredeyse hiç artmamasının ve doğal kaynakları olmayan orta gelir düzeyinde ülkelerin bir nispi avantaj alanı bulmak için mücadele etmesinin asıl nedeni budur.

ABD de politikacılar son yıllarda kendi ekonomilerinin düşük işsizlik ve düşük enflasyon oranı kombinasyonunu yakalayabilmesini sağlayan şeyin globalleşme olduğunu (yani açık piyasa olmadan ürün fiyatlarının çok daha hızlı artacağını, orta sınıf ailelerin yaşam standardının da daha kötüye gideceğini) unutmaktadır.

Artık ABD ve Avrupa da orta sınıfın sahip olduğu birçok iş dış kaynak kullanımı ile gelişmekte olan ülkelere kaymaktadır. Özellikle İngilizce eğitimi güçlü olan Hindistan gibi ülkeler, gelişen iletişim teknolojileri sayesinde, telefon ile müşteri ilişkilerini on binlerce kilometre uzaktan ABD’deki şirket müşterilerine veriyorlar. Avrupa’daki yazılım veya elektronik şirketlerinin AR-GE faaliyetlerini çok büyük bir oranda Avrupa Birliğine yeni üye olan ülkelere veya grup dışı ülkelere taşıması orta sınıfı oldukça yaraladı ve bu kanama uzun süre dinmeyecek gibi gözüküyor. Daha önce düşük vergi vaatleriyle büyük şirketleri çeken İsviçre bile artan maliyetlerden dolayı bu şirketleri artık tutamaz hale gelmeye başladı. Yıllardır İsviçre de bulunan Philip Morris’in bundan sonraki merkezi neresi olacağı artık tartışılır hale geldi.

John Kenneth Galbraith, “büyük liderlerin hepsinin ortak bir özelliği vardır o da dönemlerindeki insanların ciddi kaygılarına net bir biçimde karşı çıkmış olmalarıdır. Liderliğin özü bundan başka bir şey değildir” derken çok haklıydı. Kaygılı orta sınıfın ihtiyaçlarının karşılanması çağımızın en büyük ekonomik sorunudur. Avrupalı liderler “Büyük Avrupa Birliği” rüyası ile çıkarlarını çarpıştırırken bu yolda fazla ilerleyemediği belli oluyor.

Biz Türkler olarak bir fırsatın eşiğindeyiz. Yıllar sonra hızla yükselen Zara ve H&M gibi orta sınıfın vazgeçilmez markalarının başarı hikâyelerinin arkasında yatan gerçeği çok iyi yorumlayabilirsek, güç yitiren Konfeksiyon sektörümüzü devrim yaratabilecek bir noktaya taşıyabiliriz.

Forbes Mayıs 2007

Bültene katılın.