Yayınlanma Tarihi: 9 Ağustos 2013Kategoriler: Güncel

Bugünkü konumuz sahaya kaybetmek için çıkmak. Gerçi bugüne kadar takımlar adına kasti olarak yapanlar (şike) dışında buna rastlamadım ama toplum olarak buna sanırım alışmamız gerekecek. Çünkü alenen şike yapılır hale geldi.

Önce kısaca gündemimizde olan Faiz Lobisi konusunda kısa bir bilgi vermek istiyorum: Cari açığı düşük (hard currency) olan ülkelerde enflasyon, talebi düşürmek (ekonomiyi soğutmak) suretiyle düşürülür. Bunun ilacı da (borç verme) faizlerini arttırmaktır. Artan faiz talebi düşürür ve enflasyon da düşer. Cari açığı yüksek (soft currency) olan Türkiye’de enflasyonu düşürmek için de faizler yükseltilir. Kur-faiz-enflasyon üçlemesinde oynanabilecek tek çıpa vardır. Yukarıda iki durumda da faiz çıpası uygulanmaktadır. Faizden kaçmak imkânsız demek daha doğru olur. Ama bahsi geçen ülkelerde enflasyonun artış sebebi artan talep olmasına karşın, bizde ise (ara malı, üretim makinaları vb çoğunlukla yurt dışından geldiği için) artan döviz kurudur. O halde döviz kurunu düşürmenin tek yolu, sıcak para girişini arttırmaktır. (veya Merkez Bankası’nın döviz satmasıdır ki, bu ancak kısa süreli olabilir) Sıcak paranın ülkeye girmesi ile döviz ucuzlar. Yabancılar döviz satar, hisse senedi, devlet tahvili alır. Sonra da kaygan zeminde veya kâr realizasyonu sağlayıp ülkemizden çıkış yaparlar. Dövizin ucuzlaması aslında çok iyi bir durum gibi gözükse de kötü yönetilen, verimsiz şirketler için de kontrolden çıkma ateşleyicisidir. Bir paragraflık kur-faiz-enflasyon ilişkisinin özeti şudur: Bu ülke, dövizini katma değerli mal/servis ihracatından sağlayamadığı ve sıcak paranın esiri olduğu sürece, Faiz Lobisi gündemden düşmeyecek bir söylem olarak yaşamımızın bir parçası olacaktır. Cari açık için tüm suçu AKP hükümetine yüklemek haksızlık olur. Çünkü son 10 yılda girişimciliğin tanınmasında ve desteklenmesinde bugüne kadar yapılacak birçok şey yapılmıştır. Her yeni siyasi iktidarda olduğu gibi kendi sermayedarını (burjuva) yaratan AKP destekli burjuvazi de, Başbakan’ın aradığı Babayiğit’ler olamamıştır. İşin hüzünlü yanı bu trene eski burjuvazi de binip, babayiğitliklerini katma değer yaratmadıkları sahalarda göstermektedirler. (Bkz. NusrEt & Doğuş Holding)

Ben Bakan Çağlayan’ı yakından tanırım ve kendisi Hükümet’te en çok dikkate aldığım bakanlardan biridir. Kendisinin 11 Haziran 2013 tarihinde yapmış olduğu yorum çok ilginçti: “Spekülatörü, lobisi, bankacısı koalisyon kurmuş. 28 Şubat, 27 Nisan olmasaydı bugün Türkiye uzay gemisi yapardı”. Ben bu yorumu içinde bulundurduğu suçlamalarla yorumlamak istemiyorum. Konuşmasının diğer bölümlerine baktığımızda, hakkını vermemiz gereken noktalar olduğunu görüyoruz. Türkiye cari açık sorunları nedeniyle son 30 yılda 1.5 trilyon USD kayba uğramıştır ve son 10 yılda sağlanan mali disiplin ile 642 milyar TL’nin daha cebimizden çıkması engellenmiştir. Peki, bu kayıplar olmasaydı, bu paralarla Türkiye Uzay Gemisi yapabilir miydi? Cevabı ben vermek istemiyorum. Onun için de bir başka bakanımızdan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’dan görüş almak istiyorum. Kendisinin cevabı şöyle: “Bu ülke Müslüman bir ülke. Yüzde 99’u Müslüman. Tarihten gelen bir yapısı var. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya çok zor bir bölge ve Türkiye onun merkezinde bulunuyor. Şimdi Türkiye’nin konumu itibariyle biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ne yapacağız biz? Ara teknik eleman ülkesiyiz biz. O zaman biz çok daha iyi eğitim almak zorundayız. İnsanlarımızı çok daha iyi yetiştirmek zorundayız. Öyle kalem efendisi değil. Çocuklarımıza, evlatlarımıza sahip çıkacağız. Eğer biz çocuklarımızı iyi yetiştirirsek kalem efendisi değil, ara teknik eleman, üniversiteyi bitiren, teknolojiyi iyi kullanan, bilgisayar bilen ve lisan bilen, dünyadaki bütün bilgileri alıp onları çok iyi kullanan, çok kaliteli gençler olarak yetiştireceğiz.”

Sorun gerçekten Müslüman olmak mı? Cevabı hem hayır, hem evet. Hayır: çünkü İspanya/ Endülüs’te 800’lü yıllarda Abbas Kasım İbn Faris gibi İslam bilginleri Wright kardeşlerden 1000 yıl önce uçtu, kumdan cam imalatını keşfetti, Güneş ve gezegenleri hareket halinde gösteren bir Plenatarium yaptı. O yıllarla ilgili yapılan çalışmaları: (Video için Tıklayınız) seyretmek mümkün. Bugünün bilim ve teknoloji alanında ilerlemiş olan Hristiyanlar ise, kurdukları Engizisyon Mahkemeleri ile 1 milyon kadını tanrıya kurban ettiler. Toplam 10 milyon insan öldürüldü. En acı gerçek ise, Endülüs’te el üstünde tutulan müslüman Abbas Kasım İbn Faris ile aynı fikirde olan ve Güneş Merkezli Evren terosini desteleyen Galile ise görüşlerinden dolayı Hristiyan Engizisyon Mahkemelerinde yargılandı. Yüzyıllar sonra akılları başlarına gelen hristiyanlar U dönüşü yaptılar.

Ama geçen yıllarda Kuran’ın farklı yorumlanmaya başlanması müsümanlığı bilim’den uzaklaştırdı. Daha önce olmayan yeni gelenek ve görenekler oluşmaya başladı. Çok fazla örnek aramaya gerek yok. Son 2 hafta içinde yaşanan bir örnek bize net mesajı veriyor. TRT-1 gibi devletin bir kanalında iftar saatinde yayınlanan Ramazan Sevinci programında konuk olan avukat ve Türk tasavvuf düşünürü Ömer Tuğrul İnançerhamile kadınlar sokağa çıkmasın.” diyebiliyor: (Video için Tıklayınız) Bakan Erdoğan Bayraktar diyor ki: “O zaman biz çok daha iyi eğitim almak zorundayız.” İyi eğitim almış bir avukat ise hamile kadınları sokağa çıkartmak istemiyor. TRT’nin sunucusu da “Allah razı olsun” diye onaylıyor.

Yazımda 2 Bakan ve 1 Avukat’ın yorumlarına yer verdim. Yazımı başka bir Bakan’ın söyleminden alıntı/yorum ile sonlandırmak istiyorum. Bu yaşadıklarımızı göz önüne alırsak, AKP sözcüsü Bakan Hüseyin Çelik’in dediği gibi (Haber için Tıklayınız) Atatürk, bu ülkede kimilerine değil, bence kaybetmek için sahaya çıkmak istediğimiz için hiçbirimize patates soydurmazdı.

Bültene katılın.