Yayınlanma Tarihi: 21 Eylül 2010Kategoriler: Haberler

Alphan1
Antalyada 23 Ekim 2009 tarihinde “3. Akdeniz Yönetim Buluşması” adı altında düzenlenen Liderlik Zirvesi’nde “Gelecek” anlatmış ve Japonya’nın İstanbul Konsolosluğunda Konsolos vekili olarak görev yapan sayın Mitsuri Horiguchi ile tanışmıştım. Hem konferansta kendisi konuşma yaptı, hem de beni ilgiyle izledi ve notlar aldı. Daha sonra her ikimizin de görevi konsolos olduğu için (ben fahri, kendisi muhazzaf olarak) çeşitli ortamlarda karşılaştık ama koyu sohbet için biraraya gelemedik. Kendisi beni 31 Mayıs 2010 da ofisimde ziyaret etti. Beraberce Türk-Japon ilişkilerini konuştuk.

İş hayatım boyunca Japon şirketleri ile çok az temasım oldu. İlki 1993 yılında gerçekleşti. Teknoloji Holding şirketlerinden Exim, NCR’ın bilgisayar bağlantılı yazar kasalarının Türkiye distribütörü olarak Maliye Bakanlığı’ndan ilk mali onay alan firma olmuştu. Bu onayın alınmasında NCR’ın Japonya’nın Oizio’daki fabrikasında bulunan 7 mühendis ile berbaer çalışmıştık. “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözü o zaman sınırlı olanaklarımızdan dolayı tarafımızdan geçerli kılınmıştı. Şöyleki, Japonlar projede 7 mühendis ile yer alırken bizim tarafta sevgili Ahmet Tolunay (donanım ve firmware) ile Sehat Sayın (yazılım) çalışıyordu. O zaman farkettik ki Japonlar inanılmaz duygulu ve karşısındakini kırmaktan çok çekinen insanlardı. Bizi kırmamak için önce “evet” derler, sonra da ülkelerine dönüp, bizi kırmayacak şekilde yazıya döküp “hayır” derlerdi. Biz de onların karşısında biraz “Amerikan” tavır sergilediğimiz için sıkıntı yaşamıştık iletişimde. Ayrıca Japonlarda inanılmaz bir görev dağılımı vardı. Her işi bir kişi üstlenirken, bizde ise bir kişi birden fazla işin sorumluluğunu almıştı (olanaksızlıklar Türklere ileride farklı olanaklar sağlayacağını, böylece bir kişinin birden fazla konuda tecrübe sahibi olmasına imkan sağlayacağını vede bunun yeni dünya düzeninde istenecek bir özellik olduğunu kim bilebilirdi !!)

Konu burada açılmışken bizim NCR ile yaşadığımız bilgisayar bağlantılı yazarkasa (ödeme kaydedici cihaz) maceramızdan bahsetmeden geçmem mümkün değil. Yıl 1993; Türkiye barkod konusunda Migros’un çok önemli ivmesi ve iktirmesi ile hızlıca yol almaya başlamıştı. Biz de Exim ile ilkleri gerçekeştirmeye devam ediyorduk. Ben alanımızın genişlemesi gerektiğinin farkına varıp mağaza otomasyonu konusuna ağırlık vermeye başladım. İşte o yıllarda beraber çalıştığımız sevgili Ferit Sağıroğlu NCR’dan Exim’e satış müdürü olarak geçmişti. Kendisi ayağının tozu ile bu arayışımızda ürünü ortaya koydu: NCR-7058 (Ürünün resmi için Tıklayınız). Ama bu ürünün mağazalarda kullanılabilmesi için Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü’nden Bilgisayar Bağlantılı Ödeme Kaydedici Cihaz onayı alması gerekiyordu. Hemen bizim ekip Ankara’ya gitti. Onay mercii olan ilgili bölümde başkan olarak rahmetli Yaşar Er vardı. Ahmet Tolunay’ın ağzından anlatırsam; Önlerinde IBM’in 4683 model numaralı ödeme kaydedici cihazı duruyordu. Ama cihaz: kontrol ünitesi, klevye, yazıcı ve ekran’dan oluşuyordu. Hepsi de ayrı ayrı parçalar olarak birbirlerine kablo ile bağlıydılar. Maliye Bakanlığı’ndaki ilgili bölüm yazarkasa konusunda (bilgisayar ile bağlantısı olmadan kendi başlarına çalışanlar) daha önce onay vermişti, ama bilgisayar bağlantılı olanlarda konuya hakimiyetleri hiç yoktu. Bizim ürünümüz ise birebir yazarkasa görünümündeydi. Arkadaşların aldıkları cevap önce IBM’in izin alacağı, bunu takiben bizim izin alacağımız şeklindeydi. Ahmet Tolunay “Alphan abi birşeyler yapmamız lazım, yoksa çok geri kalacağız” dedi. Ben bir strateji oluşturup beraberce gittik. Ahmet beni öyle bir tanıttı ki, zannedersiniz dünya yazarkasalar konseyi onursal bakanı (kurucu olduğum için onursal başkan yapmışlar) falan. Ben de havaya girdim hemen “Yaşar bey, bakın siz IBM’e onay verirken kesinlikle zorlanırsınız. Alışık olmadığınız bir ürün. Herşey birbirine kablo ile bağlı. Halbuki diğer yazarkasalar tek parça. Bizim ürünümüz de diğer yazarkasalar gibi tek parça. Bu ürünün izni hemen alınır. Böylece bu ürünleri bekleyen Migros gibi firmaların rahatsızlığı oluşmaz. Bence risk almayın” dedim. Yaşar bey ikna oldu ve IBM 4683’ü bir kenara alarak NCR’ı teknik inceleme için ODTÜ’den sevgili hozam Zafer Ünver’e gönderdi. Bu izni almak tam 14 ay sürdü. Çünkü ilk olarak izin veriliyordu ve hem bakanlık hem de üniversite nasıl test edileceği konusunda prosedürü daha yeni oluşturuyordu. Biz izin aldıktan tam 12 ay sonra da IBM izin aldı. Dolayısı ile benim ziyaretim IBM’in piyasaya 26 ay sonra girmesine neden oldu. Hikayenin geri kalanını başka zaman Türkiye’deki yazılım sektörünü inceleyeceğim bir bölümde anlatacağım.

Japonya ile Türkiye arasında çok sıkı bağlar var. Türkiye’ye yatırım yapan Japon firması oldukça var ve sayın Mitsuri Horiguchi’nin Türkiye’de görev yaptığı süre içinde bu sayıya 5 firma daha eklendi. Japonya’yı göz önüne aldığımızda bunun küçümsenmeyecek bir sayı olduğunu anlamak gerekiyor. Çünkü Japon firmaları hız konusunda çok temkinliler. O yüzden bir ülkede örneğin sigorta sektöründe yabancı firmalar alımlar yapıyorsa, Japon firmaları en son giriyor. Ama gelen Japon firmaları çok büyük yatırım yaptıkları gibi çok uzun soluklu olarak o ülkede kalıyorlar. Elektrikli Araba projesinde ortağım B Plas’ın yönetim kurulu başkanı sevgili Celal Gökçen’in dedesinin 1920’li yıllarda Japon imparatoru’nun amcası ile ortak tekstil fabrikası (JV) kurduklarını ve bunu çok uzun yıllar sürdürdüklerini göz önüne alırsak, Japon firmalarının Türkiye’ye gelmekte çok da geç kalmadıklarını anlarız.

Sayın Horiguchi’yi yakalamışken, bazı fikirlerimi de paylaştım. Örneğin Türkiye’nin önümüzdeki dönemde yaşlanan dünyanın bakımevi olarak hizmet verebileceğini söyledim. Bu konuya Japonya’nın bakış açısının ne olabileceğini sordum. Sayın Horiguchi “Japonlar geleneklerine çok bağlıdırlar ve ülkelerini çok severler. Nesiller arası saygı ve bağlar her geçen yıl hiç gücünü kaybetmeden devam etmektedir. O yüzden hiçbir Japon ülkesinin dışında yaşlanmak istemez. Hep yanında ailesi ve dostlarının olmasını ister”. Böylece böyle bir projede Japon müşterilerin olmayacağı ortaya çıkmış oldu.

Sayın Mitsuri Horiguchi ülkemizden 27 Eylül 2010’da ayrılıyor. Onun sevenleri kendisine 22 Eylül Çarşamba günü bir yemek veriyorlar. Bunu da Facebook aracılığıyla duyurmuşlar. Ben bu yemekte ne yazık ki olamayacağım. Bundan sonraki görev yeri Türkmenistan ve görevi Büyükelçi Vekili. Kendisine söz verdim, orada görev süresi içinde kendisini ziyaret edeceğim. Onu özleyeceğiz.

Dragons’ Den programı Bloomberg’de bu hafta yayına başladı ama şimdidien ses getirmeye başladı. Ben NTV Türk Mucit programından tecrübeli olduğum için Dragons’ Den’in Türkiyede ne kadar büyük ses getireceğini biliyorum. Programın Japonya’daki versiyonunda paralar masa üstünde bulunuyor ve yatırımcı projeye ortak olmak istediğinde proje/şirket sahibine hemen orada nakit olarak veriyor. Bazı arkadaşlar Facebook da bunu sorgulamışlar. Ben hemen açıklama getireyim. Öncelikle göz önünde para alışverişi çok itici olur. Bizim kültürümüze uygun bir durum değil. Ayrıca Japonya iş dünyası prensiplerine inanılmaz bağlıdır. Örneğin bir Japon gelip şirketini anlattıysa söylediklerinde en ufaz yalan veya eksik bilgi yoktur. Dolayısı ile yatırımcı parayı o anda nakit olarak verebileceği gibi, şirket incelemesini bile çok az detaylı yapabilir. Japonlar o kadar dürüst ve gururludurlar ki, aksi durumda intihar ettiklerini hepimiz biliriz. Bizim iş dünyamızın onlardan öğrenmesi gereken çok şey var.

Bu yazıyı THY İstanbul – Chicago seferi sırasında yazıyorum. Boston MIT’de yapılacak EmTech’2010 Gelişmekte Olan Teknolojiler konferansına gidiyorum. Oradan da size izlenimlerimi yazacağım..

Bültene katılın.