Yayınlanma Tarihi: 17 Mayıs 2009Kategoriler: BusinessWeek Yazıları

bw6
Benim de üye olduğum “temizenerji” adında bir e-posta grubu var. Bu grupta milletvekilleri, mühendisler, devlet kuruluşu yöneticileri ve özel şirket yöneticileri, proje uzmanları, temiz enerji aşıkları gibi yani anlayacağınız toplumun her kesiminden insanlar mevcut. Ben zamanım yeterli oldukça takip edip, katılımda bulunuyorum. Geçenlerde bir enerji üretme fikri ortaya atıldı ki, adı “işsizliği sona erdirebilecek yenilenebilir bir enerji metodu”ydu. Bu kadar iddialı bir metodu okuduğunuzda hayal kırıklığı yaşamamanız elde değildi. Arkadaşımız Türkiye’de işsizlerin gidip elektrik üretimi yapacakları spor merkezleri planlamış. Bu merkezlerde spor yapan işsizlerin kullandığı hareketli kondisyon aletlerine (koşu bandı, eliptik bisiklet vs.) birer cihaz bağlayarak toplanan enerjiyi elektrik enerjisine çevirmeyi hedeflemiş. Hesabı da çok net. Önce bu insanlara günde 400 dakika spor yaptırıyor (olimpiyatlara hazırlanan sporcular bu kadar çalışmıyor bu arada) ve ortalama kişi başı 2.000 kcal harcama ile 2.500.000 işsiz sporcu saatte yaklaşık 240 MW enerji üretiyor. Bu da büyük ölçekli bir hidroelektrik santralinin üretimine eşit. Ama olaya başka taraftan bakarsak bir işsiz arkadaşımızın günlük yarattığı katma değer 30 kuruş civarında. Guruptan yazan bir arkadaşımız: “Günlük 30 kuruşu Somali’deki açlar bile santralde çalışmayı değil, aç karnına ağaç gölgesinde yatmayı tercih ederler” diyerek saçmalığa noktayı koymuş.

İnsan gücü ile elektrik üretme fikirleri bizde bu şekilde oluşurken dünyanın öbür ucunda Japonya’da mantıklı bir boyuta ulaşmış durumda. Bundan sonra sıkça duyacağımız “Piezoelektrik(titreşimden enerji üretimi)” teknolojisi ile mikro boyutta elektrik üretimi isteği her yerde her şekilde her olanağın değerlendirilmesine yol açıyor. East Japan Railway, pilot bir çalışma ile Piezoelektrik kullanmak suretiyle 25 m²’lik bir alanda günlük 1.400 kw elektrik üreterek çalışan tüm bilet okuma makinelerinin elektriğini üretecek. Böylece bilet okuma noktalarından geçen her yolcunun adımının oluşturacağı mekanik baskı bir titreşim yaratacak, bu titreşim elektriğe dönüştürülecek. İlk etapta akla çok mantıklı da gelse önemli olan bunun yatırım maliyetinin ne olduğu ve yatırımın ne kadar sürede geri döndüğüdür. Bu tip yatırımların geri dönüş süresi olarak 6-7 yıl kabul edilir bir sınırdır. Piezoelektrik ile üretilen enerjinin bazı durumlarda sadece bağlı olduğu cihazı çalıştırması bile yeterli olabiliyor. Örneğin yollara döşenecek piezoelektrik ile çalışan aks sensörleri ile yoldan geçen araçların hızları, kırmızı ışık ihlalleri ve sayıları tespit edilebiliyor. Hatta burada toplanan bilgiler kablosuz olarak bir noktaya aktarılabiliyor. Böylece kendi enerjisini kendi üreten, böylece bakım maliyetleri çok aza inmiş cihazlar üretilmiş olacak. Nano boyutlara indirgenmiş (1/1 milyar metre veya insan kılının 80.000’de biri boyutlarında) “Nano-piezoelektrik” teknolojisi kullanan çinko-oksit bazlı nano-teller entegre edilmiş bir ceket, giysilerimizin üstüne entegre edilecek mobil telefon gibi cihazları şarj edebilecektir. Aynı şekilde karbon bazlı nano-tüp ile birlikte dokunmuş doğal liflerde vücuttaki kanama (askerler için) vs. gibi hayati bilgileri algılayıp aktarabilecek.

Piezoelektrik teknolojisi ile çalışacak ama global kriz nedeniyle beklemeye alınan bir projeden bahsetmek istiyorum. Yale Üniversitesi’nde Hür Koşer adlı Türk arkadaşımızın da yer aldığı projede alınan bir patent ile tasarladığı piezoelektrik RF-ID etiketlerle öncelikle kargo şirketlerinin çok önemli bir sorununu çözmeyi amaçlamıştı. Buna göre kargo paketi üzerine yapışacak bu etiket, paketin herhangi bir noktada yere düşmesi ile alacağı “g” kuvvetini (yer çekimi ivmesi) piezoelektrik ile ölçecek, üzerindeki belleğe kaydedecek ve paket dağıtımı esnasında müşteri yanında bu bilginin dağıtım elemanının elindeki bilgisayara RF-ID ile aktarılmasını sağlayacak. Böylece kargo paketinin içindeki note-book’un ekranı taşıma esnasında kırılsa ve koli üzerinde gözle görülür bir hasar olmasa bile bu etiket paketin nerede ne tip bir darbe aldığını belleğine kaydedecek. Sigorta şirketlerinin yıllardır aradığı bir üründen bahsediyoruz. Federal Express’in kurucusu ve başkanı Fred Smith de Yale Üniversitesi’nin önemli destekçilerinden olduğu için projenin geleceği çok parlaktı. Hatta aynı ürün içine yağ sensörü ilave edilerek kompozit malzemeden üretilen Boeing-787 Dreamliner gibi uçakların da bal peteği cinsindeki tabakaları arasındaki hidrolik kaçaklarını tespit edecekti. Bu patentin yatırımcısı ise bendim. Evet, ilk defa bir Türk, Yale üniversitesi ile böyle bir anlaşmaya girmişti. Hatta yaptığımız görüşmelerde Yale Üniversitesi’nin tarihinde ilk kez ABD’de verilen destek ve fonlar dışında üniversite-sanayi işbirliğine birlikte imza attığımızı öğrenmiştik. Ama kriz, bu anlaşmayı belirli bir süre için rafa kaldırmak zorunda bıraktı.

Dünyada çok önemli fırsatlar var ama bizler dar dünyamızda sıkışıp kalıyoruz. İşin içinde bir buluş, girişim vs. olduğunda tarzımız dünyada sansasyon yaratmak olmak zorunda. Bunun temelinde ne yazık ki yetişme tarzımız, kültürümüz, aldığımız eğitim var. Daha az çaba, eğitim ve araştırma ile her rakibin önüne geçebileceğimizi zannediyoruz. Doğal olarak geçemeyince de “İyi olmamızı istemiyorlar” demekden kendimizi alamıyoruz.

Yazıyı PDF formatında okumak için tıklayınız.

10/05/2009 BusinessWeek

Bültene katılın.